11.bölüm

32 0 0
                                    

hep alçak sesle konuşan
biri de vardı ki
kederini soylu kılmak için
yüreğindeki kurşun yarasına
aşktandır derdi.
-duru-

Bazen insanlar cidden sizinle alay etmekten zevk alırlar. Abartısız bu onların hoşuna gitmeye başlar ve devam ederler. Belki yalnızlığa mahkumdum ama bende isterdim kalabalık arkadaş ortamı ya da bir kardeşim olmasını.

Yalan değil bir kardeşim var fakat o yaşıyor ama ölü. Evet bir annem var hatta yaşıyor, ama o öldü. Pekala ben yaşıyorum ama ölmüyorum, ben sadece can çekişiyorum.

Düşünüyorum iki yıl sonra terk ettiğim adamın karşıma çıkması hayatın bir hilesi mi? Yoksa sadece onun alayı mı? Ona karşı kızgın değilim ve hala kabul etmiyorum öyle düşündüğünü ama kırgın değilim dersem çok pis sallamış olurum.

Her şeyi tarif edebilirim kırgınlık hariç. O kadar can yakan bir duygudur, seni sukünet altına alır.

Murat'ın benimle alay ederek konuşması bütün özgüvenimi yerle bir etmişti. Şöyle biri dokunsa yere yığılacak gibiyim.

Orta da kalmak ve kalmamak arasında gidip geliyorum. Kulağıma üfleyen nefesi saçlarımın arasında dolaşırken beni tenha oda da tek bırakmış gitmişti. İki seçenek vardı ya bir yerlerden borç alıp elimde ki bütün parayla karıştırıp parayı peşin verecektim. Ama kimden onca parayı alacaktım ve peşin vermek zorunda olmak şartıyla anında verip kurtulacaktım. Ya da burada bir kaç yıl daha dayanıp yıl süremi bitirdikten sonra istifa edecektim. Bu benim ömrümü bitirir lakin yapacak bir şey yok.

Toplantı odasından çıkıp mutfağa doğru gidip onun içeceği o lanet kahveyi yapmaya başladım. Bir fincan su, bir kaşık kahve ve iki kaşık tuzu makineye döküp sinirle bekledim.
O egoluysa bende inatçıyım, klasik yöntemimiz nedir Duru? Onu bıktırarak beni işten kovmasını sağlamak.

Makineden gelen ses ile kahveyi fincana döküp kulpundan tutarak elime aldım. Kusura baksın ne ona özel tepsi ne de fincan altı koyamam.
Havsa'nın tarif ettiği gibi 7.kata asansörle çıkıp en sonda ki odanın kapısını çalmadan içeriye girdim. Kapıyı boştaki elimle kapattım. Sandalyesine oturmuş masada ki kağıtlarla uğraşıyordu. "Kapıyı çalabilirsiniz değil mi?" Kafasını sinirle kaldırıp bana baktı. Benim geldiğimi görünce kaşlarını havaya kaldırıp sırıttı.

"Gidersin sanıyordum." Arkasına yaslanıp keyifle sandalyesine yayıldı. "Seni ilk iş gününde yalnız bırakmak olmazdı değil mi paşam?" Yanına gidip fincanı kağıtların üzerine koydum ve arkamı dönüp gidecekken bileğimden tutup kendine çevirdi. "Biliyor musun bu gömleği giyince altında kalanı daha çok istiyorum. Tıpkı o gün gibi." Kaşlarımı çatarak bileğimi hızla çektim. "Sapık mısın sen?" Bileğimi diğer elim ile mümkünmüş gibi silerek geriye doğru bir kaç adım attım.

Önüne döndü. "Yani sen nasıl istersen öyle olsun." Kahvesini eline aldı ve tekrar arkasına yaslanıp sırıtarak bana baktı. "Ama görmediğim şey değil yani?" Kahvesinden bir yudum alıp kaşlarını çattı. Ellerimi göğsümde birleştirip büyük bir mutlulukla onu izledim. Gözlerini kısarak beni boydan süzdü ve kahveyi tek yudumda içerek masaya koydu. Ayağı kalkıp belimden tutarak kendine çekti. Kahveyi içmesine mi şaşırayım, yoksa ani hareketlerine mi?

"Ne yani, aşkımızı yenilememiz gerektiğini mi söylüyorsun tuzlu kahve ile? Haklısın, bu geceye ne dersin sevgilim?" Kaşlarımı sertçe çatıp onu göğsünden iteleyerek ayrıldım. "Allah belanı versin!" Ellerimi yumruk yaparak dişlerimi sıkıp bağırdım. "Vermiş zaten." Eliyle beni gösterip yerine oturdu. Büyük bir öfke ile arkamı ona dönüp gidecekken "sana zahmet şu fincanı da götürebilir misin?" Diyince masanın üzerinde ki fincanı elime alıp karşıda ki duvara fırlattım. "Evet zahmet olucak!" Bağırarak odadan çıktım. Kapıyı sertçe kapattım.

Herkesin bana baktığını görünce "işinize dönün!" Diye bağırınca hepsi tekrar önüne döndü. Hemen yanda ki odanın kapısına yürüdüm fakat arkadan gelen ses benim öfkemi tekrar tavan yaptı. "Ay bu kız Murat beyin karısı olacak kadar güzel değil?" Hemen hızla arkamı dönüp bana gözlerini diken kıza baktım.
"Nerem çirkin benim? Senin gibi patates dudak kaydırak burunlu olmadığım için mi çirkinim?" Hızla yanına gidip karşısında durdum. "Kızım bana baksana sen. Dolgun dudaklı ve kemerli burnum var. Buna rağmen güzelim üstelik doğuştan. Ama sen onca para verip de benim şu topuklumun ucu kadar olamamışsın." Arkamı dönüp odama girdim.

Hayır yani estetiğe bir lafım yok ama bazıları böyle hakareti hak ediyor kusura bakmayın. Masaya yaslanıp derin bir nefes aldım. Sakin kalmalıydım anla işte kızım seni sinir ediyor. İşi bırakmanı istiyor. Ama bende Duru isem bırakmayacağım, o bırakacak. Bu şirketten ya o çıkacak ya o çıkacak nokta.

Saçımı geriye atıp sandalyeme oturdum. Telefonumu elime alıp hasta bakım evini aradım. Yarına görüşme alıp kapattım. Telefonu masaya koyacakken masadaki diğer telefon çaldı. Sakin ve merakla elime alıp kulağıma koydum. "Bugünün programını istiyorum bir patron olarak." Sesin Murat'a ait olduğunu anlayınca göz devirip arkama yaslandım.

"Emredersiniz efendim!"
"Efendin değil kulun olayım!"
"Iy! Nereden öğrendin bu iğrenç sözleri?"
"Bizim Olcay öğretti!"
"Hani şu kardeşin Olcay? İnanmam o çok kibar birisiydi!"
"Sen gidince herkes çok değişti Duru!"
"Ama sen hala aynısın. Ukala!"

İki tarafında sesi gittikçe yumuşayıp derinleşiyordu. O hala aynı alaycı Murat, egolu Murat'tı. O hala kırıcı Murat'tı.

"Bakım evinde ne yapacaksın?" Murat'ın sesi ile irkildim."Seni tımarhaneye yatıracağım!" Telefonu kulağımdan çekip masaya koydum. Bir saniye o benim nereye gideceğimi nereden biliyor? Anladı desem nasıl olacak? Duydu desem imkansız. Söyledim desem o da yok. Nasıl oldu bu ayıptır sorması? Kafamı kaldırıp tam çaprazımda duran dolabın üzerinde ki kameralı ses kaydedici cihazına gözüm takıldı. Tabi ya! Nasıl anlamam? Odadan hemen çıkıp onun odasına girdim.

"Ya sen ne kadar akıllısın ya böyle kameralar falan." Sanki beni bekliyormuş gibi masanın köşesine oturmuş bir bacağı masada diğeri yerde ellerini birleştirmiş doğruca bana bakıyordu. "Programı dinliyorum." Düz bir ifadeyle bekliyordu. Öne doğru bir kaç adım atıp karşısına dikildim. "Program öyle mi? Hemen söylüyorum! Birazdan deccal ile görüşmen var, bir kaç saat sonra ise cehennemin dibine gideceksin, hemen ardından ise zıkkımın dibini yemek için si-" Elini masaya vurarak ayağı kalkması ile yerimde zıplayarak sustum.

"Sana karşında patronun olduğunu her seferinde söyleyecek miyim?" Aramızda ki mesafeyi azaltarak bağırdı. Geriye çekilmek istedim fakat onun ani çıkışı beni ufak çaplı şoka uğratmıştı. Kapının açılma sesi ile arkamı dönüp bakamadım bile. Sadece şaşkınlıkla onun gözleri içine bakıyordum. İlk defa bana bağırmıştı ve evet bu zoruma gitti. "Eğer bir kere daha hatırlatmak zorunda kalırsam!" Cümlenin devamını getirmedi ve başımın üzerinden kimin geldiğine baktı. Kolumdan tutup kendine çekerek saçımı kulağımın arkasına koydu.

"Şu gördüğün koltukta aklı geçmiş bir Duru bırakarak hatırlatırım." Kulağıma değen kısık sesi tenimi ürpertmişti. "Çıkabilirsin." Bu sefer normal sesiyle emir verip sandalyesine oturdu. Onun genişçe oturmasını izledikten sonra kapıya döndüm.

Uzun boylu, ince bacaklı, esmer tenli, omuzlarının aşağısına inen kıvırcık saçlı. Lacivert mini etek ve beyaz göğüs dekolteli gömlek...
İçimde ki cam kırıntılarını avucuma doldurup odadan çıktım. Neden sadece sesini yükseltmesine bu kadar korkup üzüldüm.

Belki de korkmamın nedeni çocukken annemin en küçük hatam da bağırıp beni dövmesindendir. Murat beni dövecek değildi ya ama yine de bu korku bütün bedenimi sarmıştı. Üzülmemin nedeni ise hala sevgi kırıntılarımı ona beslemem yüzündendi.

MÜNFERİTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin