9.bölüm

30 1 0
                                    

Ne narindir, ne haindir
Ne vefalı, ne zalim
Bir hasrettir, bir intikam
İhanetten geri kalan

-duru-

İntikam; canını yakan kişinin daha fazla canını yakmak için masum insanlara zarar vererek kendini rahatlatmasıdır.
Yaşadığım şu bir kaç saat anca bu şekilde açıklanırdı.

Murat'ı arkadan bıçaklamaya kimsenin gücü yetmezdi yada Murat buna izin vermezdi. Murat zeki bir adamdı ve benim yansımamı camdan görmüştü. Neden izin verdi? Kendini korumak yerine neden ölmeyi kabul etti?

Onu boşluğundan bilerek bıçaklamıştım. Acısını çekmeliydi, yaptığı suçun acısını canıyla ödemeliydi. Ölmeyecekti ama uyandığında beni bulamayacaktı ve sinirden kafayı yiyecekti, buna adım gibi emindim.

Onu oda da yerde bırakıp komidinin üzerinde ki telefonunu aldım ve çok sevdiği biricik kardeşi Aydın abiyi aradım. Bir kaç kez çaldıktan sonra cevap verdi.
"Meyhane yolundaki dağlık evindeyiz. Gel ve Murat'ı buradan al!" Elimde ki kanı yıkamak için banyoya girdim.
"Murat kendi gelemiyor mu?"
"Yani bilmem ki şuan sırtında bıçak yerde kanlar içinde yatıyor. Sen mi gelirsin yoksa kardeşin burada ölsün mü? Hangisi?" Banyodan çıkıp telefonu kapatmadan yerde yüzüstü yatan Murat'ın önüne koydum.

Yüzüme baktı. Gözleri kapanmak üzereydi.
"Oraya yakınım. 10 dakikaya yanınızdayım!" Aydın abi telefonu kapatınca. Murat gözlerini kapatıp yutkundu.
"Gitme!" Ayağı kalkıp odanın kapısını açtım.
"Görüşmemek üzere Murat Görel!" Koşarak merdivenleri indim. Belki bu ilk vakam değildi ama canımın yandığı ilk vakamdı.

Gözlerimden akın eden yaşlarla odadaki sehpanın üzerinden Murat'ın cüzdanını aldım. İçinde ki bütün parayı alıp hemen yanında duran arabanın anahtarını alarak evden çıktım. Paraya ihtiyacım vardı. Çocukluğumun evine gidip hayatımın geri kalanına devam etmeliydim.

Elimde ki para sadece gideceğim yolun mazot parasını ve karnımı doyururdu. Bu bile yeter. Hemen konağa doğru yol alıp gazı kökledim. Konağa girdiğimde koşarak odama çıkıp kapıyı kilitledim.
Orta boy olan bavulumu yatağa yatırıp içine rahat olan kıyafetlerimi dağınık bir şekilde koyup hemen sakladığım paraları da çıkarıp bavulun en altına koydum.

Düğünümde takılan onca takıyı tamda bunun için saklıyordum. Bir gün bu evden gidecektim biliyordum fakat bu şekilde gitmemeliydim. Bütün sevgimi ve alışmışlığımı bırakarak değil, nefretle gitmeliydim.

Kapıma vurulmasıyla irkildim. "Yenge abim nerede?" Hazal'ın sesi ile bavulu kapatıp elime alarak kapıyı açtım. Tam karşımda merakla duruyordu. "Ona küçük bir süprizim var Hazal evdekilere söyleme süpriz bozulmasın." "Anladım!" Kaşlarını havaya kaldırdı gülerek.

Başka hiç kimseyle konuşmadan evden hemen çıkıp arabaya bindim. Konağın kapısından çıkarken Orhan'ın arabasıyla karşılaşınca daha da hızlı sürdüm.
Korktuğum tek bir şey vardı. Eğer peşime düşerlerse koca aşiret beni öldürmeden bırakmaz. Ama ben polisten kaçmış biriyken onlardan mı korkacaktım. Evet korkuyordum.

Yolumu havaalanına çevirip durmadan ilerliyordum. Beni durduran tek bir şey vardı o da kırmızı ışıktan başka birşey değildi. Gözüm dönmüştü acele ediyordum herşey için. Hayatta hep bu nedenden dolayı kaybettim. Hala kaybediyordum oysa ki artık alışmalıydım ama istemiyordum. Bu duruma sürekli kaçmak istemiyordum.

Havaalanına vardığımda arabayı bırakıp içeriye girip en yakın saate İstanbul için bilet aldım.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra uçak kalkışa geçmişti.

Cam tarafında oturmam bugünün şansıydı. Yanımda kumral, orta boylu, kehribar gözlü, şirin bir kız oturuyordu. Yarım saatin ardından benimle iletişime geçebilmişti sonunda.
"Neden İstanbul'a gidiyorsun?" Gözlerimde ki yaşları elimin tersiyle silip alttan bakış attım.
"Sen ağlıyor muydun? Özür dilerim ben görmedim! Afedersin! Neden ağlıyorsun peki?"

Gözlerimde ki yaşlar durmak bilmiyordu. Hıçkırmıyordum ama ağlıyordum. Konuşmadan, haykırmadan ağlıyordum. Gözlerim benim için bütün 28 yılın yaşlarını döküyordu.

Sorusuna cevap vermeden kafamı geriye yatırdım. Uyumak istiyordum. "Bu arada ben Havsa." Yüzüne bakıp gülümsedim. Bebek gibiydi ses tonu. Saatlerce konuşsa dinlerdim yine de. "Sen!" Umutla öne eğilip yüzüne bakmam için bütün dikkatini bana verdi. Geriye attığım kafamı kaldırıp ona baktım.
"Duru!" Elini uzattı tuttum. Yasemin'e benziyordu, onun gibi neşeli.

"Ne iş yapıyorsun?" Tekrar sorunca benim peşimi bırakmayacağını anladım ve onunla sohbet etmeyi kabul ettim kendimce.
"Kariyer yapmak çok istediğim bir şeydi fakat üniversite birde bıraktım. Şuan bir işim yok." Kafasını salladı onaylayarak. Elimi tutup parmağımda ki yüzüğüme baktı.

"Çok güzelmiş! Çocuğunuz da var mı?" Parmağımda ki yüzüğe bakıp hemen elimden çıkarmak için çekiştirdim. Hemen yanımda ki çantama attım. "Evli değilim! Çocuğum da yok! Olmasında!" Sesimi yükselttiğimi fark edince arkama yaslandım.

Acaba şimdi nasıldır? Beter olsun!
Birşey olmuş mudur ki? İnşallah!
Neden öyle yaptı? Keşke yapmasaydı!
Sevmiyor muydu? Ama hep sevdiğini söylüyordu!
Yalan mı söylemişti? Sanmam!

İçimdeki sorular ve cevaplar davul gibi patlatıyordu başımı.
Aklım ve duygularım aralarında savaşıyordu. Kazanan galiba tek olurdu. Aklım mı?Duygularım mı?

"Özür dilerim!" Başımı olumsuzca salladım.
Yüzüme uzunca baktı ve iç çekti. "Ne oldu?" Kafamı çevirmeden sordum."Çok güzelsin." Güldüm. Burukça gülümsedim sadece.
Hazal her seferinde bunu söyleyip dururdu.

Gidenler bazen mecbur kalırlar bazen isteyerek giderler. Mecbur kalırsalar vay onların haline. Bir şeyleri geride bırakıp gitmek gerçek bir zorluktu.
Kalanlar ne alemde bunu düşünemez bile.

"Al bu benim kartım. Babamın şirketinde avukatlık yapıyorum. İkinci yılım. 29 yaşındayım ve iki hafta sonra 30'a gireceğim. Doğum günü partime beklerim seni de. Numaramı kaydet ve birşeye ihtiyacın olursa araman yeterli olacaktır. Evli değilim ama nişanlıyım. Kendisi öğretmen adı Umut. Tanışmanızı çok isterim. İstanbul'da belli bir işin var mı?" Ellerini birleştirip arkasına yaslandı.

"Hayır. Bu beni çok telaşlandırıyor. İş bulamayacağımdan korkuyorum. Belli bir süre idare edebilirim ama sonrasını asla bilmiyorum. Neyse ki kendime ait bir evim var." Tekrar geriye yaslandım heyecanla öne atıldı.
"Hangi bölümü okuyordun?"
"Halk ve ilişkiler. Gücüm bu kadarına yetmişti. Ama seviyorum bölümümü hatta çok seviyorum." Derin bir iç çektim.

Ellerini elimin üzerine koyup tuttu.
"Sana bir teklifim var. Şu iki yılda üniversiteni bitir ve ben sana bitirdiğin günün hemen sonra ki gününde sana iş bulurum. Ne dersin hem kariyerin bile olmuş olur. İstersen sana arkadaşlık bile ederim. Sık sık görüşürüz." Aslında mantıklı gelmişti söyledikleri. Ama bir taraftan nasıl güvenebilirdim ki ona diye düşünüyordum. Güvenmekten başka bir şansım yoktu. Bir işe girerdim hem okur hem çalışırdım.

Heyecanla öne atılır ona sarıldım. "Gerçekten mi? Benim için bunu yapacak mısın?" Ondan ayrılıp yüzüne baktım. Ağlıyordum ama bu sefer mutluluk gözyaşlarımdı bunlar. "Elbette yaparım. Zamanında bir kadında benim için bunu yapmıştı. Neden olmasın ki? Ama sen bana söz ver dört yıllık üniversiteyi iki yılda bitirebilecek misin? Ne kadar kısa sürerse o kadar kardasın demektir. Ben seni o kadar çabuk işe sokarım." Kafamı hızla sallayınca bu sefer o bana sıkıca sarıldı.

Ablam...
O her mutlu olduğunda bana sımsıkı sarılırdı, öperdi, koklardı. Bebek sever gibi severdi beni.

Havsa; sevdiğim herkesi içinde birleştirip barındıran bir mucize gibiydi o.

MÜNFERİTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin