12.bölüm

26 0 0
                                    

Yine aktı mahmur gözlerimden yaşlar
Acıtıyor o tutsak telaşlar
Sözler, yalanlar, öpüşler
Kapandı yaşlı gözlerim
endişeli endişeli
-duru-

"Bir varmış bir yokmuş. Günlerin birinde kokusunu çiçeklerden almış, güzelliğini aydan alan bir prenses varmış."

Annemin çift kişilik yatağında üçümüzde uzanmış annemin yıllarca anlattığı aynı masalı dinliyorduk.

"Anne biz artık büyüdük ve sıkılıyoruz bunlardan!" Kollarımı göğsümde birleştirip tavana doğru çevirdim başımı.

"Neyden sıkılıyorsun Duru? Madem istemiyorsun o zaman-" yataktan hızla inip kolumdan tutarak beni de indirdi. Odanın kapısından dışarıya sertçe sürüklüyordu. "Burada uyu aklın başına gelsin! Hanımefendi uyusun diye ben uyumuyorum bir de bana sitem ediyor!" Balkonun kapısını açıp beni hırsla iteledi.

Sıktığı kolumda çıkan parmaklarının izini elimle silmeye çalışırken büyük bir şaşkınlık ile neler olduğunu kavramaya çalışıyordum. Sadece ona sıkıldığımızı söylemiştim. Haftanın her cumartesi gününde bize bu sıkıcı masalı anlatıp duruyordu. Artık gerçekten sıkılmış ve yorulmuştuk.

Ocağın buz gibi havasında beni balkona atan anneme kapıya vurarak yalvarıyordum. 12 yaşında aklı başına gelmiş bir kızım. Masal dinleyecek birisi değilim artık. Ama bütün bunlara rağmen bize işkence etmesi onun vahşiliğinden başka hiçbir şey değildi.

O küçücük kızının saçını okşamaktan aciz bir anneydi. O terk edilmenin bütün suçluluğunu bebeğe yükleyecek kadar cani bir anneydi. O akli sorunları olan bir kadındı. O, onu bir hiç uğruna terk eden adamın arkasından yıllarca kafayı sıyıracak kadar aptaldı.

Şimdi ki zaman

Dünün bütün yorgunluğu arsızca üstüme sinmişti. Murat'ın son sözlerinden sonra zoruma gittiği için normal bir asistan ne yaparsa ben de onu yapmıştım.

Neden aniden böyle davrandığımı sormamıştı. Özür dilememişti ya da suçlu olduğumu söylememişti. Ona söylemem gerekenleri söylüyor, onunla toplantıya giriyor, istediklerini yerine getiriyordum.

O artık çabalamıyordu. Hayır Duru, gidişin en çok onu değiştirmişti. İstediği şey intikamdan başka bir şey değildi. O benden vazgeçmişti. Ama beni kendine fazlasıyla bağlamıştı.

Sürekli onu istiyordum yanımda. Kokusunu, bedenini, bakışlarını. O sanki büyünün hafif bir tüyü gibiydi. O olmazsa bütün büyü bozulurdu.

Yatakta bir oraya bir buraya dönüp duruyordum. Yastığın altından telefonu çıkartıp saate baktım. Alarmın çalmasına yarım saat vardı. Yataktan isteksizce çıkıp banyoda elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Kendime basit bir kahvaltı hazırlayıp masaya oturdum. Bugün modum asla yerinde değildi. Kapının zil sesi ile elimde ki son salatayı ağzıma atıp kapıya koştum. Kim olduğuna bakmadan kapıyı açtım, Havsa gelecekti çünkü. Kapıyı açınca karşımda Murat'ı görmeyi beklemiyordum.

Elinin birinde tabak diğerinde poşet vardı. "Günaydın karıcım."
"Senin ne işin var burada?" Kaşlarımı çatıp şaşkınlıkla yüzüne baktım.
"İstanbul'da ilk kahvaltımı komşum namıdeğer karım ile geçirmek istedim." Kapıya yasladığım kolumu nazikçe indirip içeriye girdi. Ama ben İstanbul'da ilk kahvaltımı ağlayarak tek başıma yapmıştım.

Siyah takım elbise giymiş fakat saçları dağınıktı. Koridorda yürürken açık olan bütün kapılara sırayla bakıp en son mutfağa geçti. Kapıda onu bütün şaşkınlığım ile izliyordum. Demek o yeni taşınan oydu. Ama nasıl? Hiç onu görmedim ki.

"Kendi ellerimden sıcak poğaça getirdim sana!" Mutfaktan sesini duyurmak için bağırarak konuşunca hızla yanına gittim.
"Bana bak!" Poşetten birşeyler çıkarmaya çalışıyordu."Bana bak!" Bir kere daha bağırdım.

Tabağımda ki zeytini havaya atıp ağzı ile tutunca ister istemez yüzümde gülümseme oldu. Özlemin tebessümüydü. Sonra kendime gelerek yanına gittim.
Elinde ki poşeti alıp kolundan tutarak çekmeye başladım. Karşı çıkmadan gelince rahatlamış oldum.

"Beni odana mı götürüyorsun?" Söylediği şey sinirlerimi biraz daha bozunca kolunu daha çok sıktım. Dış kapıya yaklaşınca kapıyı açıp tam onu öne doğru itecekken karşımda Havsa'yı görünce durdum. Şaşkınlığı rahatça görünebilirdi. Murat'ın kolunu bırakıp Havsa'ya sarıldım. Kulağına fısıldayarak "onu buradan gönder yalvarırım!" dedim.

Kaldıramıyordum onun yüzünü görmeyi canımı yakıyordu bu kadar rahat olması. Ben yıllarca sürümsüm olduktan sonra karşımda sırıtmasına deli oluyordum. Ben geceleri ağlayarak uyumaktan ölürken o kim bilir nerelerde oyalanıyordu. Cesedi karşıma dikilse daha çok mutlu olurdum. O beni gerçekten üzüyordu, annemden bile çok üzüyordu.

Havsa'dan ayrılıp yüzüne baktım. Kaşlarını çatmış bir ona bir bana bakıyordu. "Onun ne işi var burada?" Sorusundan sonra içeriye girip kapıyı kapattı. Havsa'yı izliyordum sadece, Murat'ı göndermesini bekliyordum. Ondan bu güne kadar sadece bir şeyi bu kadar çok istemiştim.

Havsa'ya asla kim olduğunu söylemeden evli olduğumu hatta kocamı bıçakladığımı anlatmıştım. Ama ben bu güne kadar hiç kimseye neden bıçakladığımı anlatmamıştım. Bunu anlatacak gücü bir türlü kendimde bulamıyordum. Oysa ki burada ki bütün suç ona aitti. Duygularımın çiğnenmesini kaldıramıyordum.

Murat tekrar mutfağa doğru gidince arkasından bende onu takip ettim. "Murat lütfen git! Seninle kavga etmek istemiyorum!" Sinir ve hüznün vermiş olduğu sakinlikle rica ettim. "Ben, sen ve arkadaşın burada şimdi kahvaltı edicez! Birlikte!" Karşıma dikilip dişlerini sıkarak kısık sesle uyarı nidasıyla söyledi. Gözümün içine bakıyordu.

Yıllar sonra onunla bu şekilde göz göze gelmek boğazımın düğümlenmesine neden oluyordu.

"Lütfen git!" Bir kez daha istedim. Onun buradan defolup gitmesini bir kez daha istedim. "Hatırlıyor musun? Evleneceğimiz günde böyle söylüyordun. Ama sonra noldu?" Havsa beni arkasına çekip onun önüne geçti.
"Sen ne adi bir adamsın ya! Ya senin hiç mi gururun yok ya? Azıcık merhametin varsa tamda şimdi gidersin!" Havsa'nın üzerine bir adım daha atıp durdu Murat. Havsa'nın sesi bütün eve doluyordu. "Sen bu işe karışma! Onunla konuşup herşeyi anlatacağım." Sesi yeterince gür çıkıyordu fakat sesini alçaltmak için herşeyi yapacak gibi bir hali vardı.

Etraf bulanıklaştı, sesler titremeye başladı ve ben geriye doğru sendeleyince hemen tezgaha tutundum. "Yeter. Git artık, git!" Sesim artık öfke ve kırgınlığın verdiği bağırtıyla coşmaya başlamıştı. "Ya sen ne anlatıyorsun ya! Ya ne konuşucaksın benimle! Söylesene, beni ne kadar parçaladığını mı sorucaksın? Ya da beni ne kadar hayal kırıklığına uğraşttığını falan mı? Neler yaşadığımı? Neler ile savaştığımı?" Havsa'yı kenara itip Murat'ın karşısına geçtim ve işaret parmağım ile göğsüne vurarak dişlerimi sıkıp devam ettim. "Cevabını bende bilmiyorum çünkü hiç kimse gökyüzünde kaç tane yıldız olduğunu sayamadı hala. O yıldızların sayısını bulursan o zaman sana cevabını vereceğim şimdi defol git! Defol!" Krizin beklettiği bütün öfkemi en son kullandığım kelimeye haykırıp tezgahta ki bardakları yere fırlattım.

Gözümde ki yaşlar gelmek ve gelmemek arasında savaşırken ellerim ne bulursa onu parçalamak için eşya arıyordu. Deli gibiydim sanki. Beynim de annemin hakaretleri, ablamın bağırışları, Murat'ın o aşağılayıcı sözleri dans ederken ben kendimi parçalıyordum.

İnsanı sevdikleri dağıtır, kırar ve hiçbir şey olmamış gibi devam eder.

MÜNFERİTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin