0.8

98 41 10
                                    

Hayatımda hiçbir zaman çok büyük beklentilere sahip biri olmamıştım. 4 duvarın içinde huzuru hissettiğim bir yuva, beni anlayan bir arkadaş birçok şeye bedeldi gözümde. Yine de Toprağın hayatımda olması büyük bir nimetti. Babamın beni sevmemesi ve bunun artık bir nefrete dönüşmesi alışmış bir yaraya köz dökmek gibiydi. Bir şey hissetmiyordum. Annem.. Annemin ise kim olduğu, nerede ve ne yapıyor olduğuna dair hiçbir bilgiye sahip değilim. Kendimi tanıdığımdan belli evde iki kişiydik. Aslında tek kişiydik, babam beni evde görmezden geliyordu. İlk başlarda kimsenin annesi yok zanneder ve evimde(!) huzur arardım. Zamanla insanların bir anneleri olduğunu ve onları canları pahasına da olsa koruduğunu anladığımda büyük yıkımı yaşadım. Oysa ben sadece baba kavramı var zannediyor ve ailemizde(!) bir problem olmadığını düşünerek kendimi teselli ediyordum.

Anneme ne olmuştu bilmiyordum ama babam ondan geriye kalan ne varsa yırtıp atmıştı. Evimizde bir kadına dair ne bir eşya vardı nede bir fotoğraf. Babamın yatağının üzerinde bile bir tane yastık vardı. Veya mutfağımızda 2 sandalye.. Annemin beni doğururken öldüğünü düşünmüyordum, öyle olsaydı komşularımızdan duyardı. Her mahallede haber kanallarını aratmayan  bir teyze vardır.. Ne zaman sokakta beni görseler, "Vah kınalı kuzum, kederli yavrum." Diye acı dolu sözler işitirdim.

Bu işin içinde farklı bir şey vardı ama ben bilmiyordum. Bir keresinde halama sormayı denemiş ve ağzımın payını uzun bir süre almıştım. Bir çocuğun annesini merak etmesinden daha doğal ne olabilirdi ki? Halam ise bunu babama öyle anlatmıştı ki, annesizlikten yanlış sevgilerle kendimi avuttuğumu söyleyip babamı üstüme salmıştı. Ama şimdi düşünüyordum da annem kimdi ve babamla neler yaşamıştı bilmiyordum ama eskisi kadar umursamıyordum. Annem olacak kadın, isteseydi beni dizinin dibinde yetiştirir ve her şeye göğüs gererdi buna emindim. O bunu tercih etmemiş bir bahaneye sığınarak korkaklık etmişti. Babam gibi.. Babam her ne kadar bileğine ve gücüne güvense de bu kişiliğinin arkasında korkak bir adamın yer aldığına kalıbımı basardım.

Tüm bunlara düşünmeme sebep olan şey, Toprağın yanımda bana destek oluyor olmasıydı. Onunla sarıldıktan sonra bayılacağımı anlamış ve daha bunu açıklayamadan bayılmıştım. Nasıl olmuştu bilmiyorum ama bir doktor yardımıyla yaralarıma pansuman yapılmış ve bana serum takılmıştı. Her an bir yerden bir şey çıkacakmış gibi hissettiren bu karanlık yerde iyileşiyordum.. Şimdi kolumdaki serumun bitmesini beklerken, toprağın benim için yapmış olduğu çorbayı içiyordum aynı zamanda. Gerçi buranın neresinde mutfak vardı bundan pek emin değildim de, neyse. Serumum yavaş yavaş azalırken bitirdiğim çorbamla toprağa seslendim.

"Ellerine sağlık şef, leziz bir çorba midemi çok mutlu etti." Dediğimde gülümsedi. Gözlerinde uykusuzluk veya yorgunluktan ötürü koyu halkalar oluşmuştu.

"Afiyet olsun küçük. Artık beslenmemize dikkat edip, bayılmıyoruz değil mi?" dediğinde başımı olumlu anlamında salladım.

"Sen böyle leziz yemekler yaparsan ben tabi ki de beslenmeme dikkat ederim." Dediğimde tepsiyi mutfağa doğru götürdüğü için arkasından bağırmak zorunda kalmıştım. İçeri tekrar geldiğinde biten serumu kolumdan çıkarmaya başladı. "Ben her zaman yanında olamam, ama yanında olduğum her an seni leziz yemeklerimden mahrum etmeyeceğime emin olabilirsin." Dedi. Toprağın her zaman aynımda olmasını diledim, ama leziz yemekler için değil..

Bir çocuk gibi bu cümlesine sevindiğimde elimi yumruk yapıp hava kaldırarak, "Yaşasın!" dediğimde oda benim gibi tebessüm etti. Artık aklıma takılan soruları sorabilirim diye düşündüğümden konuşmaya başladım.

"Burası neresi ve sen ne zamandır buraya geliyorsun?" dediğimde elindeki serumu poşete koyup yere bıraktı ve koltuğa oturdu. Zihnini kurcalayan şeyler vardı ve bu yüzünden anlaşılıyordu veya ben anlıyordum bilmiyorum.

çocukluğum • yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin