1.6

50 18 28
                                    

Ertesi sabah erkenden kalmış, evden aldığım ve hâlâ harcamadığım parayla marketten bir şeyler alıp dolabı doldurmuştum. Her zaman da dolabı Toprak dolduracak değildi ya!

Gerçi bu devirde bir dolabı doldurmak için bir ay çalışmak gerekiyordu ama neyse şimdilik bu konu hakkında susuyorum..

Aldığım şeyleri dolaba yerleştirirken Toprak hâlâ uyanmamıştı. Dün mis gibi çorbamı içtikten sonra ona ağrı kesici vermiştim ve o da mışıl mışıl uyumuştu. Telefonu bir iki kere çalınca da kökten kapatmıştım. Ölürken bile rahat vermezdi bu insanlar.

Şimdide sabah 8'de beni uyku tutmayınca nefis bir kahvaltı hazırlamak için hiçbir engelim yoktu. Mutfağın her şeyi yerli yerinde olması işimi kolaylaştırıyordu. Çaydanlığı çay koyup, patates kızartması yapmaya başladım. Toprak patates kızartması için ölürdü.

Sofraya koyduğum zeytin, peynir, domates ve salatalık soframızı iyice zenginleştirirken oluşan görüntüye gülümsedim. Küçükken bu görüntünün olması için neler neler yapmıştım ama babam dönüp yüzüme bile bakmamıştı. Domatesleri doğrarken kaç kere elimi kestiğimi ve domatesin renginden ötürü babamın kanımın aktığını görmediği zamanlar bile olmuştu.

Hafif gözlerim dolmaya başlayınca ellerimle gözüme yelpaze yaptım. Şuan ağlamanın sırası değildi. Kızaran patatesi de sofraya koyduğumda Toprağı uyandırmaya gittim. Dağılmış olan saçı başı gülümsememe sebep olurken, hafif yere sürünen örtüyü kenara koydum.

Nasıl uyandırsam diye düşünürken aklıma gelen fikirle sinsice gülümsedim. Elime aldığım terliği ani bir şekilde Toprağın eline tutuşturduğumda o da hafiften gözlerini açtı ve uyku mahmurluğuyla bana bakmaya başladı.

"Toprak, hemen uyan. Çok acil bir şey olmuş, al bu telefonu eline."
Dediğimde elindekinin ne olduğunu sorgulamadan kulağına götürdü. Telefondan cevap beklerken bir yandan sorduğu sorular kahkahamı şiddetlendiriyordu. Karnım artık gülmekten ağrıdığında sırt üstü yere uzandım.

Ben yavaş yavaş sakinleşirken o da artık iyice ayıkmış ve elinde ki terliği bana fırlatmıştı. Bunu yapacağını bildiğimden ustalıkta terlikten kaçarken o da bana isabet ettirememişti.

"Ne oldu, ıskalayamadın? Yaşlandın bir sanki sen?"

"Meyra, bak kaşınma. Hem sen hasta insanla nasıl dalga geçersin çok günah."

"Ne oldu, dün turp gibiydin? Bugün mü hasta oldun? Sen var ya seen, sen çok fena çocuksun da Allah'tan seni eğiten benim." Dediğimde kahkahası odayı doldurdu.

"Beni eğiten sensin öyle mi, peki gönlün olacaksa öyle olsun bakalım."

"Hadi çok konuşma da mutfağa gel."

Elini yüzünü yıkamak için banyoya gittiğinde bende mutfağa geçtim. Bu belkide ilk defa yapacağımız düzgün bir kahvaltı olacaktı. Nedense içimde bir heyecan vardı. Sanırım küçük Meyra hâlâ oralarda bir yerde, hazırladığı şeylerin beğenilmesini bekliyordu.

Toprak mutfaktan içeri girdiği gibi gözleri masaya kaydığında adımlarını durdurdu. Saçında ki eli bile havada kaldığında, sadece masaya bakıyordu. Sanki bir ceset görmüş gibi sofraya kitlendiğinde kendisine gelmesi için ona seslendim.

"Toprak, ne oldu?"

Hafiften dolmaya başlayan gözleri bir süre masayı tekrardan taradı. Sertçe yutkunması oynayan adem elmasından anlaşılıyordu. Adımlarını yavaş atarak sandalyeyi çekti ve oturdu.

"Meyra, bu ne?"

"Gördüğünü düşünüyorum, sofra Toprak."

Donuk bakışları bu sefer bana döndüğünde söylediği şey ile tekrar yaralandım.

çocukluğum • yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin