0.9

73 32 15
                                    

Hayatın garip bir felsefesi vardı. Mesela bir gün güldüyseniz bundan sonra uzunca bir gün ağlayabilirdiniz. Veya canınız çıkana kadar ağladıysanız biraz zaman sonra gülmekten karnınızın ağlaması muhtemeldi. Hayat böyleydi, kabul eden insan üzgün olduğu günde mutlu olduğu günde anın tadını çıkarabilirdi. Ama şikayetçi olan bir insan her ne kadar itiraz etse de var olan akışı değiştiremezdi.

Toprak uzun bir süre düşünmüş ondan sonra bir hışımla ayağa kalkıp, geri geleceğini söylemiş ama geri gelmemişti. Saatin kaç olduğuna dair bir fikrim yoktu. Telefonumu çok kullanmadığım halde evde unutmuştum, siyaha boyanmış duvarlarından arasında günün hangi saatinde olduğunu tahmin etmek zordu. Hele ki oda da pencere yoksa..

Gideli 3 saat olmuş ve herhangi bir kapı çalma sesini duymamıştım. Kafamda bin bir senaryo dönerken ayağa kalkıp kendimi meşgul etmek istedim. Yoksa bu kafayla delirecektim. Kendimce odayı düzenlediğimde çok saçma bir dizaynı olan bu ev(!) kapıdan çıkıp koridorun diğer tarafında mutfağı bulunuyordu. Burayı yapan kişinin akıl sağlığından emin değildim. Siyaha boyanan duvarların üstünde anlamını bilmediğim beyaz renkte cümleler vardı.

Girdiğim mutfak tahmin ettiğim kadar dağınık değildi. Yine siyah duvarlar ve siyah dolaplar.. Duvarlar artık üstüme gelmeye başlayınca derin bir nefes aldım. Burası insanın psikolojisini bozabilecek cinsten bir yerdi. Bir iki tane olan kirli tabak ve bardakları hızlıca elimde yıkayıp yerlerine koydum.

Buzdolabında değişik şeyler asılıydı. Gerçekten burayı tasarlayan adamla tanışmak istiyordum. Kapı çalma sesini duyunca mutfaktan çıkıp kapıya doğru yürüdüm. Toprağın anahtarı vardı, neden kapıyı çalmıştı ki? Kim o demeden kapıyı açtığım için beni azarlayan iç sesime kulak asmadım. En fazla kim olabilirdi ki diye düşünürken, kapıda Mert'i görmeyi de beklemiyordum doğrusu.

"Mert?" dediğimde, aynı şekilde "Meyra?" deyip içeri girdi. Bu tavrına göz devirdiğimde, bende arkasından salona ilerledim. "Gir, dediğimi hatırlamıyorum ama neden geldin?"

"Hoşbuldum, teşekkür ederim sen nasılsın?" dediğinde bu sefer ona bakarak göz devirdim.

"Davet edilmediğin için hoş geldin deme ihtiyacı hissetmedim. Tekrar soruyorum ve bu hiç hoşuma gitmiyor. Neden geldin?" dediğimde koltukta rahatça yayılıp ellerini kafasının arkasında birleştirdi.

Sinirden ayağımla ritim tutmaya başlamış ve psikolojik baskı yaparak cevabını ayakta beklemeye başlamıştım. Tekrar soruma cevap vermeyip bana bakmasını sürdürürken bu sefer sinirle bağırdım. "Senin dilin yok mu, sana neden geldin diyorum? Babam mı gönderdi seni?" dediğimde kaşlarını çattı. Muhtemelen babama çalıştığını bilmediğimi sanıyordu. Ya da salağa yatarak beni kandırmaya çalışıyordu. Umarım ilk seçenek doğrudur, yoksa uzaktan bakınca saf birine mi benziyorum diye ağlayabilirdim.

"Babanla ilgisi yok. Toprak için geldim." Dediğinde hâlâ benim aksime rahat ve keyfi yerinde gibiydi. "Gördüğün üzere Toprak burada yok, şimdi gidebilirsin." Dediğimde biraz doğrulup sağa sola baktı ve derin bir nefes verdi. "Bana bir şeyler ikram etmeyecek misin? Çok susadım ve midem de biraz acıkmış olabilir." Dediğinde üstüne atlayıp onu dövmemek için kendimi zor tuttum. O hâlâ aynı yerinde rahatça otururken üstüne doğru yürüyerek konuşmaya başladım.

"Sen beni delirtecek misin çocuk?! Toprak yok diyorum, defol git şuradan. Hala saçma saçma konuşuyorsun ya!"

"Sakin ol küçük şampiyon, bu kadar sinir bünyeye zarar diyor doktorlar." Dediğinde aniden sağ kulağını tutup çektim. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun, algıda seçici misin sen? Git dememden ne anlıyorsun?" dediğimde kulağını elimden kurtarmaya çalıştı.

çocukluğum • yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin