Başım ağrıyordu, halsizdim ve en önemlisi bu rutubetli yerde midem bulanıyordu. Ağlamaktan şişmiş olan gözlerimi açmak da zorlanıyordum. Ara ara duyduğum kavga sesleri ise bilincimi açık tutan şeydi.
Yoksa gözlerimi açıp da nerede olduğumu sorgulamak ve yaşadıklarımı düşünmek istemiyordum. Verilen hiçbir şeyi yemiyordum. Aklıma tek gelen şey Topraktı.
Neredeydi veya ne yapıyordu?
Ruhum ağrıyordu. Babam artık ruhumu ağrıtıyordu. Dayanamıyordum. Tam her şeyi unutup güzel bir hayat yaşamaya başlamışken, babam bana varlığını hatırlatıyordu. Babam her zaman her şeyi mahvetmeyi başarabiliyordu.Benim babamla savaşacak gücüm yoktu. Ben artık babamla savaşmak istemiyordum. Eskiden babam neden benimle savaşıyor diye düşünüyordum ama artık kabulleniyorum. Ben babamı her zaman karşı cephede görecektim.
Her zaman babam karşı cephede gördüğüm ilk yüz olacaktı.
Artık ben babamdan korkarak yaşamak istemiyordum. Her an acaba bir şey olacak mı diye düşünmek istemiyordum. Acaba Toprağın başına bir şey gelir mi, babam ona zarar verir mi diye düşünmek istemiyordum.
İnsan korkuyla ve kaygıyla bir yere kadar yaşayabilirdi. Ben artık yaşayamıyordum. Bulunduğum yerin kapısı tekrardan aniden açılınca olduğum yerden hiç kımıldamadım. Sadece gözlerimi açıp gelenin kim olduğuna bakmayan çalıştıktan sonra uzandığım yerde yatmaya devam ettim.
Üstüm başım toz ve kir içindeydi. Gözlerimden tekrar akan yaşlar tozlu zemini ıslatırken sessizce ağlamaya devam ettim.
Beni bu hale getiren öz babamdı. Daha fazla söze gerek yoktu. Benim babam hastaydı. Benim babam bir çete üyesiydi. Ve belkide benim babam bir katildi. Annemin katili. Düşünceler boğazımı yumru yumru yapınca bir kaç kere yutkundum.
Boğazımda geçmeyen düğümlerden de yorulmuştum artık. Ağlamaktan ağrıyan başımdanda. Ve halsiz ve güçsüz hisseden bu bedenimden de. Gelen kişi hâlâ hiçbir şekilde hareket etmediğinde, bu sefer gerçekten kim olduğunu merak ettiğim için olduğum yerde doğruldum.
Gördüğüm kişi kaşlarımı çatmama sebep oldu.Mert açık kapıdan bana doğru bakıyordu. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Üzülmeli miydim? Yada sevinmeli miydim? Bu belirsizlik kahkaha atmama sebep oldu.
Mert'in gözlerinden okunan endişe beni iyice güldürürken, artık delirdiğime dair hiçbir şüphe kalmıyordu.Mert arkasını hızla dönüp kapıyı kapatıp yanıma geldi. Kahkaha atarken aynı anda ağlıyordum. Mert hızla yanıma gelip, iyi olup olmadığımı soruyor ve yavaş yavaş yüzüme vuruyordu. Bu kendime gelmem içindi sanırım. Oysa ben hiç olmadığım kadar kendimdeydim.
"Meyra, korkuyorum. İyi misin?"
Gözlerimden akan yaşları sildim ve cevap vermeye çalıştım. Artık gülmekten karnım ağrıyordu ve gülmemi durduramıyordum. Elimle ağrıyan karnıma baskı uyguladığımda bu sefer gülmem durmuştu. Fakat bu sefer sesli sesli ağzımdan dökülen hıçkırıklar yüzünden yine cevap verememiştim.
Mert'in iyice çatılan kaşları ve endişeli bakışları kendim için korkmamı sağlıyordu. Çünkü kendimi durduramıyordum. Mert bir anda beni kendine çekip bana sarıldığında hıçkırıklarım minik mırıltılara dönüşmüştü. Derin derin çektiğim içler bazen çoğalsa da saçlarımı okşayan Mert sayesinde sakinleşebiliyordum.
Bu ân bana Toprağı hatırlayınca tekrardan ağlamam şiddetlendi. Şuan en çok ona ihtiyacım vardı. Belki Mert beni ona götürmek için gelmişti. Yada Mert ne kadar kötü olduğumu ona söyleyip, onu üzmek için buraya gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çocukluğum • yarı texting
Teen Fiction"Seninle nasıl savaşılır bilmediğimden ben hep kendimle savaştım, baba."