Hayatta birçok şeyin olabileceğini bilerek yaşıyordum. Beni şaşırtan şeylerin sayısı çok azdı. Ama bugün gördüğüm bu manzara beni şaşırtmaktan daha çok hayrete düşürecek cinstendi. Toprak beni görünce elinde adını bilmediğim o şeyi yere fırlatmış ve koşarak yanıma gelmişti. Ben gördüğüm şeylerin etkisinden çıkabilmiş değildim. O yüzden olduğum yerde dikilmiş yüzü gözü dağılmış babamla bakışıyordum. Babamın gözleri ona benzeyen ela gözlerime değdiğinde histerik bir şekilde gülmüş ve sonrasında bu gülüşü kahkahaya dönmüştü. Toprak beni omuzlarımdan tutmuş sarsarken bana bir şeyler söylüyordu hatta bağırıyordu bile diyebilirdim. Ama onu duymuyordum ya da duyamıyordum.
"Meyra, sana diyorum duyuyor musun beni abim? Meyra nolur bak bana, hadi küçüğüm bak bana. Burada gördüğün şeyler sandığın gibi değil."
Donuk bakışlarımla Toprağa baktım. Endişeli gözlerle yüzüme bakıyor ve benden cevap bekliyor gibiydi. Kafamı Merte çevirip baktığımda onunda bana baktığını gördüm. Topraktan uzaklaşarak Mert'in yanına gittim. "Mert eve gidelim mi?" dediğimde başını olumlu bir şekilde salladı. Sahi ev neresiydi bilmiyordum ama eve gitmek istiyordum. Sırtımı döndüğüm Toprak tekrardan önüme geçtiğinde beni durdurdu. Arkamızda ki kapı gürültü ile kapandığında artık karanlıkta kalmıştık.
Belki de çoktan karanlıktaydık?
"Meyra, önce beni dinlemeni istiyorum." Dediğinde tekrar ona baktım. "Peki ben seni dinlemek istiyor muyum?" dediğimde gözlerinden acı okunuyordu. Yıllardır yan yanaydık, birbirimizin canıydık. İlk defa böyle bir şey yaşanıyordu. Bu hissettiğim şeyin adı sanırım hayal kırıklığıydı. Bu duyguyu en son babam benim dışımda herkese gülümsediğinde hissetmiştim. Uzun yıllar sonra ilk defa hissettiğim bu duygu yüzümü buruşturmama sebep oldu. Kalbim birinin elinde zerrecikler halinde parçalara ayrılıyordu sanki. Karanlık olan bu yerde bir tek Toprağın gözleri gözüküyordu. Acıdan kıvranan gözleri. Neden bu kadar canı yanıyordu anlamış değildim? Sahiden onu yanlış anladığım için mi bu kadar acı çekiyordu?
"Peki, tamam." Dediğimde gözleri parladı. Gerçekten parladı.
"Gel, seninle dışarı çıkalım." Dediğinde sol kolumdan yavaşça tutarak merdivenden inmemi sağladı. Mertte bizim arkamızdan gelirken hiç konuşmuyor olması dikkatimi çekmişti. Gerçi çok konuşan bir yapıya sahip değildi ama burada hiçbir yorumunu katmıyordu. Bu şaşırtıcıydı. Sanki ben ne desem onu kabul edecek gibi oluyordu. Merdivenlerden inip, dev kapıyı açtıktan sonra kararmış havada rüzgâr esmeye başlamıştı. Çok üşütmese de yine de içimi ürperten rüzgarla birlikte saçlarım yüzüme geliyordu. "Eğer üşümüyorsan şu ileride kayalıklar var hem önünde deniz var. Sen seversin denizi, orada oturup konuşalım mı?" dediğinde hiçbir şey demeden dediği yere doğru yürümeye başladım. Bu benim dilimde evet demekti. Toprakta bunu bildiği için yanımda yürürken Mert arkamızda yürüyordu.
Bir an arkama dönüp Mertle konuşmaya başladım. "Seni de buraya kadar yorduğum için özür dilerim. Geldiğin için teşekkür ederim. Eğer acil işin varsa ben seni alıkoymayayım. Gitmek istersen gidebilirsin." Dediğimde yine başını salladı ve arkasını dönüp bizim yönümüzün aksine doğru yürümeye başladı. Tekrar önüme dönüp Toprakla beraber kayalıklara doğru yürürken soracak birçok şeyim varken hiçbir şey sormadım. O da sessizliğime uyum sağlarken, kayalıkların birine oturduk. Deniz önümüzde olduğu için burada rüzgâr biraz daha fazla esse de yine de insanı çok fazla üşütmüyordu.
"Seni dinliyorum." Dediğimde bakışlarını denize çevirdi ve konuşmaya başladı. Şimdi ikimizde karanlıklara bürünmüş denizi izliyorduk.
"Babalığın tutuklandıktan sonra serbest bırakılmış. Asla adaleti görmediğimiz bu dünyada elbette yine de adaleti bekliyor değildik. Ama bu sefer bunu kabul etmedim, bunu kabul edemedim. Babanın yaptıklarının hep yanına kalıyor oluşu artık uykularımı bölüyordu. Bizimkilerle konuştuğumuzda da onlar da bana hak verdiler. Babanı bulmak için evine gittik ama evde bulamadık. Serdar babanı çevredeki insanlara sorduğunda tahmin ettiğimizden farklı bir tepki aldık. Herkes bize uzak durabileceğimiz kadar babandan uzak durmamızı söylüyordu. İlk başta anlamadık ve bizimkiler de bu işin böyle kapanmasına izin vermedi. Babanı iyice soruşturmaya başladık. En son bir bilgiye ulaştık Meyra. Baban bir çetenin sağ koluymuş." Dediğinde gözlerimi kapattım. O ise devam etti. "Şu an nasıl bir şeyin içerisinde olduğunu tam bilmiyoruz. Bunun için babanın peşinde düştük. Meğer baban, yıllar önce yani annenle evlenmeden önce hastaneden kaçmış Meyra. Hastanede psikolojik bir tedavi görüyormuş. Ama nasıl olmuşsa oradan kaçmayı başarmış. İlk aylar baban çok aransa da bir türlü babanı bulamamışlar ve en sonunda da zaten aramayı bırakmışlar. Babanda paranoid kişilik bozukluğu varmış. Kendi zihninde olan olayların gerçekliğine inanıp diğer gerçeklikleri reddediyor. Çevresine karşı şüpheci ve tedbirli. Meyra, baban hasta. Ve bazı insanlar babanın ne kadar zor olsa da güvenini kazanmış. Ki bu hastalığa sahip olan insanlar kimseye güvenmiyorlarken, baban nasıl onlara güvendi bilmiyorum ama onlar için her şeyi yapacak halde şu an. Babanın dışarıda olması senin güvenliğin için çok tehlikeli. Kafasında kurduğu Meyra'ya o kadar öfkeli ki istediğin kadar ona kendini anlat kendi dışında ki doğrulara kör olmuş durumda. Ve en büyük kaygım, kafasında ki Meyra'nın yaşamasını istemiyor. Baban bu depoda kalmak zorunda Meyra. Olursa babanı tedavi ederiz. Bunun olma ihtimali bile uzak gelse de babanla artık aynı evde kalamazsın. Sana bunları bir çırpıda anlatmak istemezdim. Daha doğru bir anı kolluyordum ama her şeyi kontrol edemediğim için ben sana gelmeden, sen beni buldun. Sahi sen beni nasıl buldun?" dediğinde bir süre hatta çok uzun bir süre konuşmadım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Ama anlamalıydım. Babamın hasta olduğunu anlamalıydım. Yıllarca ütülediğim gömlek dümdüz olsa bile kırışık diye beni dövdüğü günler vardı. Evde toplu olmayan bir yer yokken, evi dağıttım diye dövdüğü günler. Evde kimse yokken, sanki evde biri varmış gibi birini evden kovmaya çalıştığı günler. Bazı olaylara çok küçükken şahit olduğum için o zamanlar tam ne olduğunu anlamıyordum. Ama şimdi her şeyi düşündüğüm zaman Toprağa hak veriyordum. Babam hastaydı. Ama yine de, her şeye rağmen güzel bir babam olduğunu kendimi inandırmaya çalışmıştım. Yıllarca. Saf gibi. Babamın yaptığı her şey de mantık aramıştım ve vardır bir bildiği deyip susmuştum.
Babamı sevmek için nedenlerim tükendikçe acı çekiyordum.
Gözümden tekrardan bir damla yaş yanağımdan çeneme doğru aktığında telefonum titredi.
Bilinmeyen Numara: Gerçekler bıçak gibi yüreğine saplandığında
Bilinmeyen Numara: Yalanların acı zehrini düşün
Bilinmeyen Numara: Hiçbir gerçek bir yalan kadar kötü değildir
Gözümdeki yaşı silip bana meraklı gözlerle bakan Toprağı görmezden gelerek, cevap yazmaya başladım.
Siz: Ya gerçekleri taşıyacak kadar güçlü değilse yüreğim?
Siz: Tüm yalanları bir gerçeğe tercih ediyorsam?
Siz: Gerçekleri değil de yalanları istiyorsam
Siz: Bir masal dünyasında yaşatıyorsam ruhumu?
Siz: Bu çirkin dünyada sadece hayallerle yaşamak istiyorsam?
Bilinmeyen Numara: Ne zamana kadar zihnindeki oyunlarla kendini avutacaksın?
Bilinmeyen Numara: Gerçeklerden nereye kadar kaçabilirsin?
Bilinmeyen Numara: Gerçek dünyaya dön Meyra
Bilinmeyen Numara: Dön ve kendine gel
Bilinmeyen Numara: Senin için yazılmış bu kadere razı ol ve savaş
Bilinmeyen Numara: Bu sahnede ki perdeyi yırtmak için kimi karşına alman gerekiyorsa, gerekeni yap.
Bilinmeyen Numara: Yalanlar sinsi bir yılan gibi bedenini ve ruhunu zehirlemeden, uyan.
---
Selam!
Bu nasıl bir bölümdü?!
Yazması okuması kadar kolay değildi, yüreğim yandı remen.. Neyse, yorum yapmayı ve küçük yıldıza basmayı unutmayın..
İyi okumalar..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çocukluğum • yarı texting
Teen Fiction"Seninle nasıl savaşılır bilmediğimden ben hep kendimle savaştım, baba."