"Baba?"
"Baba ya baba" derken bir yandan da elinde ki topu caddenin ortasına attı. Attığı top arabalar arasında kargaşaya sebep verse de umursamadan bana doğru yürümeye devam etti.
Yüzü gözü hâlâ mordu, kaşında ve çenesinde kanamalar hâlâ devam ediyordu. Sanırım zorla tutulduğu depodan kurtulmuştu. Ve sanki oradan kaçtığı gibi de yanıma gelmişti.
Yanıma geldiği gibi sağ kolumdan tuttu ve beni sokak ortasında sürüklemeye başladı.
"Gidelim eve, bak bir baba nasıl oluyormuş göstereceğim ben sana!"İnsanlar bize bakıyor ama kimse yardım müdahalesinde bulunmuyordu. Zaten bu toplumdan bunu beklemek bile hataydı. Yardım eden insana hapis cezası verilen bir Ülkede kime niye yardım etsindi insanlık?
"Kolumu bir bırak." Deyip kolumu ondan kurtardım.
"Ben seninle hiçbir yere gelmek istemiyorum, duydun mu beni?"
"Sen çok konuştun."
Bir anda kapanan ağzımla birlikte bir arabaya bindirildiğimde ne olduğunu anlamam epey süremi aldı. Babam benimle birlikte aynı koltuğa oturduğunda sürücü son hızla arabayı sürmeye devam etti.
Kalbim göğüs kafesimi delecek şekilde atıyor ve gözlerimden yaşlar dökülüyordu. Kelimenin tam anlamıyla, korkuyordum. İnsan en güvenli hissetmesi gereken yerde nasıl korkabilirdi? İşte en çok buna ağlıyordum.
Belkide ölürüm dedim kendime. En fazla ölebilirdim daha ötesi var mıydı?
Vardı.
Daha ötesi, şiddetti.
Babam gibi zorla bir depoya getirildiğimde, ağlamamak için gökyüzüne baktım. Babamın yanında ağlamak istemiyordum. Güçsüz gözükmek istemiyordum.
Arabayı süren adam beni depoya götürürken babam arabayı sürdüğü gibi yanımızdan uzaklaştı. İçim ürperdiğinde asıl korku bu dedim kendime. Ne kadar berabat bir insanda olsa, babamdı. Ve ne kadar kabul etmek istemesem de o yanımdayken çok az da olsa sanırım güveni hissediyordum. Hayır, hayır güveni değil.
Yapacaklarının bir sınırını biliyordum. Ama bu tanımadığım adamlar bana en fazla ne yapabilirdi? İşte bunu bilmiyordum.
Bir odaya götürülüp üstüme tekrar kapı kapatıldığında gözlerimi kapattım. Artık kapalı alanlarda durduğumda nefes alamıyordum. Gördüğüm boydan boya uzanan camın önüne geçip yere oturdum. Boş odada sadece ben vardım.
Nefes almak adına camdan dışarıyı izlerken, gözüken dağlara baktım. Yemyeşil ağaçların ve dağların buluştuğu gökyüzünde mükemmel bir renk uyumu vardı. Bu görüntüye gülümsedim. Aklıma gelen anı ise, gülümsememi yüzümden sertçe silmeme sebep oldu.
"Baksana Meyra bu bulut tıpkı sana benziyor."
"Bana mıı oysa ben onu bir yumurtaya benzetmiştim."
Diyorum çıkan en neşeli sesimle. O da bu cümlemle kıkırdıyoru. Küçüktük, benim yaşım altıydı. Onun yaşı ise sekiz.
Bir çimene uzanmış bulutları izliyorduk. Uzak dağların yeşili ile birleşen gökyüzünün mavisi gülümsememe sebep oluyor.
"Toprak şuna bak mavi ve yeşil birleşmiş."
Elimle gösterdiğim yere dikkat kesiliyor Toprak.
"Aslında tam birleşmiş değil iyice bakmalısın Meyra."
"Hayır, birleşmiş."
"Lütfen dikkatli bak Meyra."
Kibar bir şekilde konuşsa da bir keresinde inat etdiyorum, bakmıyorum. Yattığım yerden doğrulup kollarımı birbirine kenetliyorum. Oda doğruluğunda hiçbir şey demeden bana bakıyoru. Muhtemelen bu kız niye bu kadar inat diye düşünüyor.. Alt tarafı bir dağ ve gökyüzü. Bu kadar abartılacak bir şey miydi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çocukluğum • yarı texting
Teen Fiction"Seninle nasıl savaşılır bilmediğimden ben hep kendimle savaştım, baba."