BÖLÜM 3

36 5 0
                                    



Louis, Kırk Altıncı cadde ile Sekizinci bulvarın birleştiği köşede duruyordu, Hell's Kitchen'da ünlü restaurantların bulunduğu sokaktaki sayısız renkli tabelalara bakarken, derin bir nostalji duygusuyla karışık bir korku içini kapladı. Yoldan geçenleri baştan çıkarmak için yemek kokuları yayılıyordu. Louis'e göre burası artık bir hayalet şehir gibiydi; bir yanı Harry'nin elini tutmuş, kahkahaları yaz esintisi gibi dalga dalga yayılarak sokakta koşan genç halinin gölgesini görmeyi umuyordu. Kendini toparlamak için derin bir nefes alırken kafasında "This Used To Be My Playground" şarkısının nakaratı dönüyordu çünkü şarkıdaki gibi hissediyordu. Kendi melodram anlayışına karşı alaycı bir gülümsemeyle, eski et lokantasının önünde el ilanları dağıtan kızdan ustaca kaçarak caddede yürümeye başladı.

Şehre geri döndüğünden beri, Louis'in kendisine yasakladığı ve ne pahasına olursa olsun kaçındığı Manhattan'ın geniş sokaklarıydı burası. Tabii ki, Harry ile karşılaşmaktan korktuğu içindi (ve haklı olarak kaçınsa da karşılaşmıştı) ama aynı zamanda da bazı mahalleler onun anılarıyla dolu olduğu içindi. Onların anıları. Harry'nin sanatını sergilediği çeşitli galerileri gezerek sayısız gecenin geçirildiği Chelsea, ilişkilerini içten dışa yavaş yavaş zehirleyen bir semt. İlk (ve tek) dairelerini birlikte paylaştıkları East Village, evdeki baş döndürücü mutluluklarına tanıklık eden mahalle, Louis'in çoğu gece tek başına yattığı ve Harry'nin, Xander ve ekibiyle bir akşam yemeğinden sonra eve geç geldiği, aralarında kilometrelerce uzaklık varmış gibi hissettiren bir semt... Ama Louis'in en çok kaçındığı yer Hell's Kitchen'dı çünkü buradaki hatıralar çok güzeldi ve bu onlarla yüzleşmeyi daha da zorlaştırıyordu. Tanıştıkları an, sarhoş edici, geri dönülmez bir şekilde aşık oldukları yer, birbirlerine olan aşklarını kelimenin tam anlamıyla derilerine işlettikleri semt. Louis yıllarca buraya bir daha geleceğini düşünmemişti. Acısı derinleşiyordu.

Ama sonra, aldığı tüm önlemlere rağmen, yine de Harry'le karşılaştı. Bunun tamamen hazırlıksızken olacağını bilmesi gerekirdi. Zaten kimden kaçarsan burnunun dibinde bitermiş. New York'ta da böyleydi.

Harry'yle karşılaşması ne kadar yıkıcı olursa olsun (ve kesinlikle öyleydi, Louis tüm cumartesi gününü duygusal akşamdan kalmasını gidermek için yatakta geçirmişti, sadece kargocu için kapıya çıkmıştı), aynı zamanda tuhaf bir şekilde özgür hissettirmişti. Olabilecek en kötü şey gerçekten oldu diye düşündü. Ve bunu başı dik bir şekilde atlatmıştı. Şimdi dizginleri gevşetme, bazı şeylerin üstüne çizgi çekme zamanıydı çünkü gerçekten, hiçbir şey sanat galerisindeki o geceden daha kötü olamazdı. Ve sürekli olarak New York'tan korkarak yaşamak yerine hayatını yeniden New York'ta inşa etmeye başlamanın zamanı gelmişti. Ne de olsa, Louis onu burada bırakıp gitse de, Harry Manhattan'ın sahibi değildi. Louis'in öyleymiş gibi davranmayı bırakmasının tam zamanıydı. O da burada yaşamayı hak ediyor. Tıpkı Harry'nin hak ettiği kadar.

Bu yüzden, ertesi çarşamba öğleden sonra aniden Marlowe'daki Belçika kızartmasından canı istediğinde, gidip ondan yemeye karar verdi, Hell's Kitchen anılarına lanet olsun. Onlarla yüzleşmek, Harry ile canlı olarak yüzleşmekten daha kötü olamazdı. Ayrıca, uzun tatilden önceki son gündü, zaten ofisinin yarısı çoktan gitmişti, 4 Temmuz kutlamaları için. Erkenden dışarı çıksaydı kimse onu fark etmezdi. Üzerinde çalıştığı taslağı toplamış, uzun hafta sonunda okumak için birkaç tane de yanına almış ve Zayn'e günün geri kalanında uzaktan çalışacağını haber vermişti.

Durumlar böyleydi.

Louis caddede ilerlerken, Kırk Altıncı Cadde'deki hayatın onsuz nasıl ilerlediğine üzülmeden edemedi. New York'ta değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu hatırladı. Bir zamanlar bir içki dükkânı ve birkaç porno dükkânına ev sahipliği yapan köşe binası yerini, büyük, gösterişli bir otele bırakmıştı. Sokakta savaş öncesinden kalma binalar arasında saçma duruyordu.

Mine Would Be You| Türkçe Çeviri (Larry Stylinson )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin