Anılar tekrarlanmaz. Geçmiş bir daha yaşanmaz. İnsanlar gelip geçer ve sen hep olduğun yerde kalırsın. Bir adım ilerletmez seni okyanusta attığın kulaçlar yine de çırpınır durursun. Sen hissettiklerinle kalırsın, onlar yeni hislere yelken açarlar.
Ve bir gece her şey hakkında aptalca düşüncelere kapıldığında kimse seni kurtarmaz. Alkolden başka. Alkol hiçbir zaman problemlerimi çözmedi ama hep ertelememi sağladı. Bu yüzden seviyorum. Kafayı bulana kadar, yokmuşum gibi hissettirene kadar içmeyi seviyorum. Varsın herkes beni deli bilsin, ben kendimi bildikçe ne yazar ki?
"Bir adam tam intihar edecekmiş. Yanından bir şey geçmiş. Ne geçmiş?" Kendi kendime gülmeye başladım.
"Ne geçmiş Yeonjun?"
Yana doğru savrulduğum sırada kolunu belime sarıp beni kendisine çekti. "Vazgeçmiş." Kıkırdadım. Bana anlamsız bakışları atıyordu ama ben de onu anlamıyordum. Neden böylesine komik bir şakaya gülmeyecek kadar ciddi bir tavır takınıyordu ki?
"Bir tane daha ister misiniz?"
Kafamı salladığım an da Bay Soobin eliyle barmene işaret yaptı. Kolumu bar tezgahına uzatıp üzerine kafamı koydum. Saçlarım önüme düştü. Darmadağınıktım. Kendimi yok sayıyordum. Umursamıyordum. Ne kadar uzun süredir içtiğimi bile bilmiyordum. Kafam gidikti. Neyse ki Bay Soobin beni aradığında yanıma çağırmayı akıl edebilmiştim.
Yüzüm kızarmış, şişmiş, göz altlarım içine göçmüş ve saçlarım birbirine girmişti. Yırtılan tişörtüm Bay Soobin'i endişelendirdiği için ceketini bana giydirmişti."Yeonjun," Parmağını yüzümde hissettim. Önüme düşen, gözlerimi kapatan saçlarımı çekti, kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Eve gidelim."
İstemediğimi belirten sesler çıkardım. "Benim ayaklarım yok ki." Aptalca güldüm. Bay Soobin'in tepkisiz kalması canımı sıkıyordu. Karşımda böyle duracaksa neden gelmişti ki? Benimle gülmesi, eğlenmesi en önemlisi de içmesi gerekiyordu.
İç çektim. Gözlerim kapanır gibi oldu ama tezgaha koyulan bardak sesiyle kendime geldim. Gözlerim açıldı. Bay Soobin'in parmakları hâlâ yüzümdeydi. Gülümsedim. Yanımdaydı. Gitmeyecekti. O beni terk etmezdi. "Lizbon'a bir daha gelme dedi." Gözüm barmenin koyduğu bardağa odaklandı. Bir adam onu tezgahtan aldı ve içmeye başladı.
"Lizbon'dan gitmek istiyor musun?" Uyuşukça kafamı salladım. "İstiyorum." Dudaklarım istemsizce açılıyordu. Bay Soobin'in baş parmağını yanağımda hissettim. "Lanka'ya hiç gittin mi?"
Parmağını dudağımın kenarında hissettim. Bu his susamama neden oldu. Sessizce "su" diye fısıldadığımda beni duydu."Seni evime götürmemi ister miydin Yeonjun? Tüm hayatını bana adamayı? Bir yandan okuyup bir yandan da benim eve gelmemi beklemeyi? Benim için yemek hazırlamayı? Birlikte duş almayı ya da...ailemle tanışmak ister miydin?"
Gözlerim kısıldı. Ağzım kulaklarıma varana kadar güldüm. Düşüncelerini benimle paylaşıyordu ama ne dediğini anlamıyordum ve muhtemelen hepsini de unutacaktım. Bu yüzden anlatıyordu ya. Unutacağım için.
Kafamı kolumdan kaldırıp sırtımı dikleştirdim. Elini yüzümden çekti, boynuma indirdi."O kızla gitmeyecek misiniz?"
Şaşırdı. Ne dediğimi anlamadı. Ben de anlamadım gerçi. Ama tekrar sordum. Anlamamız gerekiyordu. "Bu akşam babaannemle kız bakmaya gitmediniz mi?"
Şimdi anlamıştı işte. Ensemi tutan eli sertleşti, hissettim. Etrafına bakındı. Sonra bana döndü. Sesi sertti. "Sen çağırdın." dedi tek seferde. "Telefonda gelmem için ağladın."
"Yalan söylemeyin bayım. Ben ağlamam."
"Benim yanımda ağlayabilirsin Yeonjun. Sana bunun sorun olmadığını söylemiştim."