kimse tek başına acı çekmez

474 70 53
                                    

Lizbon bir kasaba. Bu kasaba bizim kasaba. Adı Lizbon ama özellikle Lizbon dediğimiz bir başka bölge daha var. Uzun yıllardır burada yaşayanlar ve buraya ait olan insanların çoğunlukta olduğu bir yer. Lizbon'u Lizbon yapan onlar. Kimse bilmez bu adı. Resmi olarak öyle geçmez. Ama öyle derler. Kendine ait bir ismi var. Her ne kadar Portekiz'e ait olsa bile.

Portekiz'e hiç gitmedim. Ben bu kasabadan geldiğimden beri hiç çıkmadım. Burayı sevdim. Burada var oldum. Buraya ait oldum. Arkadaşlık kurdum, birilerini sevdim, kavgalar ettim, travmalarımı ve mutluluktan ağladığım günleri bu kasabada yaşadım. Her köşede bir anım var. Her insanla bir selamım var. Bugün birisi gelse gel gidiyoruz dese gidemem. Bırakmam burayı. Ben Lizbon'a aitim. Ben bu renkli kasabaya aidim.

Ama o gidebiliyor. Çok ülke değiştirmiş. İşi yüzündenmiş. Mecbur kalıyormuş ama sonradan alışmış. Portekiz'de bir arkadaşı varmış. İstersem beni oraya götürebilirmiş. Babaannem hemen kabul etmişti. "Dışarı çıkmış olursun. Gidip gez." demişti. Ne sandığını bilmiyordum fakat ülke değiştirecek olmamdan kapının önüne çıkmak gibi bahsediyordu.
Buradan da gidecekti. Bay Soobin birkaç gün sonra bu kasabadan ayrılacaktı. O hiç bir yere ait olmuş muydu? Ya da olmak istiyor muydu? Bilmiyorum. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

Babaannem, Bay Soobin ve benim çekildiğimiz ilk fotoğrafı yakalamış, tekrardan albüme koymuştu. İkisi bahçede konuşmaya devam ederken ben daha fazla dayanamamış, içeriye girmiştim. Titriyordum. Bacağıma değen bacağı, dudaklarıma değen dudakları...Bay Soobin tuhaf bir şekilde güzel hissettiriyordu.

Ondan etkilenmem doğru değildi. Bay Soobin benden etkilenmiyordu bile. Hem gidecekti. Bir daha birbirimizi görmeyecektik. Benden haberi bile olmayacaktı. Onunla bir daha karşılaşmayacaktım. Adını unutacaktım. Sadece hatıra olarak geçmişin bir yerinde kalacaktı. Hem bu yüzden hem de Beomgyu'ya ihanet ediyormuşum gibi hissettirdiğinden uzaklaşmak istiyordum. Daha fazla yakınlaşmamak ve kaybolmak. Fakat sanki Tanrı kaderimi benim isteğimin tam tersine yazmış gibiydi.

Beomgyu Lizbon'a gelmeyeceğini bu gece işi olduğunu söyledi. Onu aradım ama açmadı. Ne işi olduğunu sordum ama mesajlarımı görmedi. Bütün günümü mahvetti. Tek yaptığım yatağımda yüzüstü yatarak onu düşünmekti. Görülmesini beklediğim mesajlarıma bakıyordum. Ekran hiç kapanmadı. Şarkı hiç durmadı. Sürekli tekrarda çalan şarkı tıpkı beni anlatıyordu. Güneş doğdu, battı. Kimse kapımı çalmadı. Kimse mesaj atmadı. Akşam tüm hüznünü karanlıkla bana verirken gözyaşlarım yastığımı ıslattı. Parmaklarım durmuyordu. Mesaj yazmak, aramak istiyorum. Beomgyu ile konuşmak istiyordum.

Beomgyu'm
üzgünüm yeonjun telefonum yanımda değildi. aramalarını ve mesajlarını yeni gördüm.

bu gece lizbon'da olmayacağım.

yarın bir şeyler yapalım. haberleşiriz.

Bay Soobin'in göz ucuyla gelen her mesajı okuduğunu gördüm. Hiç çekinmedi. Hepsini tek tek okudu. Bir kere gözlerini çekip de bana bakmadı. Son mesajdan sonra ekran karardığında gözgöze geldik. Hemen gözlerimi kaçırdım. Kızarmış gözlerimi ve solgun yüzümü görsün istemiyordum.

Babaannem masanın üzerinde duran telefonumu tüm titreşimlerden sonra eline alıp yanına koydu. "Ne bu zır zır ötüyor. Bırak yemeğini ye Yeonjun. Soobin burada, biraz saygılı ol oğlum." Canım sıkkındı. Yemeğe inmeyecektim. Bir şey yiyesim gelmiyordu ama babaannem odamın kapısına kadar gelip beni çağırmıştı. Sırf onu üzmemek için yiyormuş gibi yapıyordum.
Babaannem ağzımda makarna varken eliyle yanağımdan tutup yüzümü kaldırdı. "Gözüne toz kaçtığına emin misin oğlum? Soobin seni hastaneye götürsün. Çok kızarmış gözlerin."

gündedün - yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin