Kimseye sahip olmadım. Bu zamana kadar beni güvende hissettiren kimseye sahip olmadım. Hep kaçtım. Güvenmekten korktum. Birine ait olmaktan, bağlanmaktan korktum. İlişkiler kurdum, dikenli yollara, yürümeye korktum. Neyden kaçtıysam ve neyden korktuysam beni buldular. Koştukça peşimden geldiler. Asla yalnız kalmadım. Asla dediklerimin arkasında duramadım.
Yirmi iki yaşındayım. Gencim. Yetişkinim. Ben hep yetişkindim. Hep kendi ayaklarımın üzerinde durdum. İlkokulda, ortaokulda ve lisede. Kimse benim için faturaları yatırmadı, kimse büyüklerle konuşmadı, kimse beni savunmadı. Lisede erkeklerden hoşlandığım dedikodusu yayıldığı zaman gördüğüm zorbalığı kimseye anlatmadım. Beni koruyacak bir anneye ya da babaya sahip olmadım. Babaanneme hiçbir zaman anlatmadım. Onu üzmek istemiyordum. Kendim halledebilirim, başa çıkabilirim sandim. Lise değiştirirken ağladım. Neden yeni bir okula geldiğimi sorduklarında ne diyeceğim diye haftalarca düşündüm. Okula gitmediğim günler gittiklerimden daha fazlaydı.
Babalar gününü hiç kutlamadım. Anneler gününde babaannem vardı ama doğum günlerimde hep yalnız kaldım. Penceremin önündeki taşa koyduğum küçük pastamı dışarıya bakarak izlediğim her doğum gününde tektim. Mumları tek üfledim. Dileğimi tek diledim ve tek başıma alkışladım.
Ben kendi kendimi yetiştirdim ama birisi benim için orada olsun isterdim. Birisine sırtımı yaslayayım, onun kolları altında olayım isterdim. İşler yolunda gitmediğinde onun varlığı beni rahatlatsın, günün sonunda onunla uyuyayım...Mutluluğumu ve üzüntümü ilk onunla paylaşayım.
Bu görevi üç yıldır o üstleniyordu: Beomgyu. Benim yanımda oldu. Yeni bir liseye gittiğimde oradaydı. Ben dedikodu tekrar yayılacak yine okul değiştireceğim diye korkarken hiçbiri yaşanmadı. Kimse benim hakkımda tek bir kelime etmedi. Kimse öğrenmedi.
Tek bilen Beomgyu'ydu.
Okul koridorunda yan yana giderken parmaklarımız birbirine değerdi. Teneffüslerde temizlik odasına kaçırdık. Okuldan geç çıkma sebebimiz kapılar kilitlenene kadar içeride oluşumuzdu. Tuvalet kabinlerinde tüm teneffüs boyunca öpüşür ve beden eğitimi derslerinden kaçardık. Soyunma odasında ikimiz kaldığında orası tam bir cehennem olurdu. Kapı kilitlenir, sesler giderdi. Beomgyu lisedeki son yılımı güzelleştiren tek şeydi.
Sonra üniversite sınavına girdik. Aynı üniversiteye gitmek istiyorduk. Çok çalıştık. Birlikte Lizbon'un sokaklarında kitaplar çürüttük. Sınav için her şeyi yalayıp yuttuk. Yine de aynı yerlere gidemedik. Beomgyu burada kaldı. Şehirdeki üniversitede okuyor, yurtta kalıyor ve hafta sonları iki saatlik yol ile Lizbon'a geliyordu. Ben buraya sekiz saat uzaklıktaki başka bir şehirdeydim.
Bizim aramızı bu bozdu. Mesafe. Böyle olacağını düşünmezdim. Beomgyu ile ben Lizbon'un her yerinde anılara sahip birbirini deli gibi seven iki gençtik. Aramıza yollar girdi. Dersler, mesafeler, görüşememek ve insanlar. August. Aramıza August girdi.
"Beomgyu! August gelmiş! Sen mi çağırdın?"
Buluşmalarımıza dahil oldu.
"Telefonunu bırak hadi. Yemek yiyelim."
Mesajlaşmaları başladı.
"Yeonjun ben gelemeyeceğim sanırım. Hasta hissediyorum."
Yalanlar söylendi.
Beomgyu böyle böyle uzaklaştı benden. Hissediyordum ve görüyordum. Farkındaydım ama kabullenmek istemiyordum. Gerçek gibi gelmiyordu. Beomgyu'ya konduramıyordum. Bana öylesine aşık, ama öylesine aşıktı ki...Beomgyu beni aldatmaz diyordum.
Yanılıyordum.
vişne satıcısının sokağına gel beomgyu.
son kez.
