Ağladım. İçimde ona karşı tek bir gözyaşı kalmayana kadar ağladım. Bay Soobin'in kolları sardı beni, gözyaşlarıma şahit olurken dakikalarca göğsünde kendimden geçercesine ağladım. İç çekişlerim, yutkunuşlarım, nefessiz kalışlarım...hepsi için beni sakinleştiren ve yardım eden o'ydu. Hıçkırıklarla ağlamış, alnımı göğsüne yaslayıp kollarımla belini sarmıştım.
Güvende hissettiriyordu. Bir sözü, bir hareketi, bir bakışı bile iyi geliyordu. Beomgyu'nun peşinden gitmeme izin vermeyip beni kolumdan kendisine çekmesi bile o kadar rahatlamıştı ki, düşündükçe daha fazla sarılmak istiyordum. Bay Soobin beni anlıyordu.Burnumun ucunu tişörtüne bastırdım. Son kez iç çektim. Elleri saçlarımda, ellerim belinde. Üst katta benim odamın önünde dakikalardık hiçbir şey konuşmadan birbirimize sarılıyorduk. Bay Soobin benim bebek gibi ağlamalarıma şahit oluyor, bundan da hiç bahsetmiyordu. Bebek gibi olduğumu söylemiyordu. Bana duymak istemediğim bir şeyi söylemeyecek kadar güven vericiydi.
Gözlerimi usulca araladım. Birkaç kez kırpıştırdım, şimdi net görüyordum. Çıplak ayaklarımızı, koridora serilmiş kırmızı kahverengi kilimi. Ayak parmaklarımı hareket ettirdim. Onunkilere değdirdim. Bu hareketimle saçımdaki elleri hareketlendi. Parmaklarımı parmaklarının üstüne koydum. Gülümsediğini duydum.
"Parmaklarınız çok büyük." Öylesine, şaka yapmak için söylemiştim. Birden parmaklarıma bastı. "Genç adam bir metre seksen üç santim olmasına rağmen kendi parmaklarını küçük görüyor demek ki."
Kafamı panikle kaldırdım. "Boyumu nerden biliyorsunuz?"
Dudağı yana kıvrıldı. "Kapılarda boy ölçtüğünü öğrendim."
Şimdi anlıyordum. Bay Soobin'in yattığı odanın kapısında renkli kalemlerle çizilmiş çizgiler ve yanlarında santimler yazıyordu. Babaannem ile boyumu ölçüp kapıya yazıyorduk. En son bir metre seksen üç santimde bıraktığımızı unutmuştum ama.
Bay Soobin'in büyük eli yüzüme ulaştı, yanağıma yaslandı. "Şimdi daha iyi misin?" derken gözlerinden bile benim için endişelendiğini anlayabiliyordum. Kafamı aşağı yukarı usulca sallarken tebessüm ettim. "İyiyim." Utandım. Ne kadarını duyduğunu bilmiyordum. En başından beri mi oradaydı?
Kafamı yere eğdim. Yanaklarım yanmaya başladı. "Böyle bir şeye tanıklık ettiğiniz için üzgünüm. Evden gittiğinizi düşünmüştüm."
"İlk değildi."
Kaşlarım havalandı. Bir anlığına kavrayamadım. "N-nasıl ilk değildi?" Resmen kekeleyerek sormuştum.
"Öpüşmemizi gördüğünüzü biliyorum fakat o büyütülecek-"
"Lizbon'da." diye itiraf etti birden.
"Oh, Lizbon!" Geriye çekildim. Alt dudağımı dişledim. Daha fazla nasıl utanabilirdim bilmiyordum. Bay Soobin geldiğinden beri bütün özel hayatıma istemsizce tanıklık ediyordu. Benim için rahatsız edici değildi sadece utanç veriyordu çünkü yaşadığım şeyler sağlıklı değildi, sonradan fark ediyordum. Belki onun için rahatsız ediciydi. Belki de o görmek istemiyordu hiçbirini. Onun ne düşündüğünü bilmiyordum.
Bay Soobin'de geri çekildi. Arkasındaki duvara doğru geri geri adımladı. Sırtını duvara yaslayıp sürtünerek yere çöktü. Bende onun gibi yaptım. Sırtımı duvara yaslayıp sürtüne sürtüne yere çöktüm. Dizlerimi büküp göğsüme çektim ve kollarımı dizlerimin etrafına dolayıp yanağımı dizime yasladım. Odanın zıt taraflarında, sırtlarımızı beyaz duvarlara yaslamış birbirimize bakarak oturuyorduk.
"Lizbon'dan bahset." Cebinden bir paket çıkardı. İçinde beş tane sigarası kalmıştı. Bir tanesini o gece içmişti. Sigarasını diğer cebinden çıkardığı çakmakla yaktı. Evin içinde ilk defa birisi sigara içiyordu.