Hava kararmaya başlıyorken gökyüzünün yüksek bir gürültü ile gürlemesinden sonra, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu şehre. Gök gürültüsünden ve yağmur damlalarının camlara vuruşundan başka bir ses yoktu etrafta. Masal, Poyraz'ın hâline anlam veremezken bir yanı Rüzgâr'ı yalnız bırakmak istemiyor, bir yanı da çekip gitmek için yalvarıyordu. Donuk bakışlarını sabitlediği noktadan ayırırken Deniz'e döndü.
''Tabii ki bizde gidiyoruz, hızlan!''
Aralarındaki mesafeyi çabucak kapattıklarında Rüzgâr kendini tamamen bırakmış vaziyetteydi. Koyu kahve saçları esen rüzgârla süzülürken, en az gökyüzü mavisi kadar güzel olan gözleri eskisi gibi bakmıyordu. Kendinden emin, ukâlâ havasından eser kalmamıştı. Karakteristik özellikleri sayesinde vukû bulan dövmeleri bile farklı görünüyordu. Onu bu hâle getiren kendisi miydi? Normalde de içerdi Poyraz, lâkin benliğini yitirecek kadar içtiğine hiç rastlamamıştı Masal. Bu hâli onu korkutmalı mıydı, bilmiyordu. Esir alınmış ruhunun derinliklerinde dile gelen şiddetli karamsarlığa kulak tıkaması her ne kadar imkânsızı duyumsatsa da genç adama, bunu denediği aşikârdı. Bakışlarına hakim olan burukluk birkaç dakika sonra yerini inanılmaz bir öfkeye doğru bırakırken kendine gelmeyi başarmıştı. Adama olan nefreti gözünü kör etmişti; yaptıklarının tek açıklaması buydu. Rüzgâr'dan kısa süre içinde nasıl bu kadar nefret edebilmişti, Masal düşünmeden edemiyordu. Bunu en az zararla sonlandırmaları gerekiyordu. Lâkin ikiside tanıyabileceğiniz en inatçı erkeklerdendi ve ne olursa olsun geri çekilmeye niyetleri yoktu.
İzbe, derme çatma bir köşeye geldiklerinde toz kokusu ciğerlerini sarmalıyordu. Cebine koyduğu ilacını yokladı, orada olduğunu anlayınca da derin bir nefes aldı. Burada kesinlikle ihtiyacı olacaktı. Hastanenin yakınlarında neden böyle bir yer olduğunu bilmiyordu. Gecekondu mahallelerini andırıyordu, fakat içinde insan yaşamasına olanak veremeyecek kadar kırık döküktü. Devletin ufak tefek sorunlardan ziyade, oy toplamak adına, önceliği böyle rezalet yerlere vermesi gerektiğini düşünmeden edemedi. Eleştiride bulunmayı da, siyaseti de sevmezdi. İkisinden de olabildiğince uzak kalırdı hatta. Fakat şu an tam anlamıyla, görünen köy kılavuz istemez sözünü yaşıyordu.
''Masal! Onuda beni öptüğün gibi mi öptün?!''
Bağırış. İnlercesine bir bağırış. Feryat. Figân. O kadar acı gelmişti ki herbir kelime kulağına kesikler atmıştı âdeta. İçindeki burukluk öyle artmış, boğazındaki düğümler öyle katlanmıştı ki. Hiçbir hatası olmamasına rağmen, kendini suçlu gibi hissetmesine sebep olmuştu. Deniz, Rüzgâr'ın yanına koşarken ona sakin olmasını söylüyordu. Ancak adam çoktan yumruklarını sıkmaya başlamıştı ve kendini zor tuttuğu her hâlinden belliydi. Her an saldırmaya müsait bir kaplan gibi çevik görünüyordu. Bu Masal'ın içindeki korku tohumlarını yeşertmeye yetmişti. İşin en kötü yanı hastane güvenlikleri, dışarıya ilişkin problemlerle ilgilenmiyorlardı ve çevrede onlara müdahele edebilecek kimse yoktu. Tam anlamıyla terk edilmiş bir kasabada gibiydiler ve her şey Deniz ile ikisine kalmıştı. Yağmur, ortamın kasvetli havasını ikiye katlarken kalbi küt küt atıyordu. Seri adımlarla Poyraz ve Rüzgâr'ın arasına girdi.
''Sen ne diyorsun Allah aşkına? Sana hesap vermek zorunda değilim! Ama bu kadar merak ediyorsan, o sevgilim değil!''
Parmağıyla Rüzgâr'ı işaret ederken gözleri alev alevdi. Her zaman olan o masumâne ışık yerini bambaşka renklere bırakmıştı şimdi. Bu kadar sinirleneceğini kendisi de tahmin etmemiş olacaktı ki afalladıysa da bozuntuya vermedi. Deniz'in, Rüzgâr'ın kolunu sımsıkı kavradığını gördüğünde içine su serpildi. Kulağına bir şeyler fısıldıyordu.
''Masal onu öptün. Sana dokundu mu?! Sana benim dokunduğum gibi dokundu mu?!''
Dediği şeyler Masal'ı çileden çıkartmaya yetmişti. Poyraz sarhoştu ve ne derse desin anlamayacaktı. Bu durumda anlaşılan tek şey hâlâ genç kıza delicesine aşık olduğuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeniden Doğuş
Teen Fiction"Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmak zorundasınız. Nasıl yeniden doğmak isteyebilirsiniz ki, önce kül olmadan?" -Nietzsche