Kolundaki serumun baskısı iyiden iyiye artıyordu. Sanki damar yolu açmak için değilde, damarlarını çatlatmak için varmış gibiydi. Canı acıyordu. Hemde öyle böyle bir acı değildi bu. Ki acı eşiği düşük bir insan değildi. En yoğun acıları bile kolay kolay hissetmezdi.
Doktoru çağırması gerektiğini düşünürken, gözlerini hafifçe araladı. Odada kimse yoktu. Deniz gitmiş olmalıydı. Fakat gitmişse, neden onu uyandırmamıştı? Bu hiç de onun yapacağı cinsten bir hareket değildi. Ya da Poyraz? O neredeydi? Derken oda git gide kararmaya başladı. Nefes alamıyordu, yanık kokusu ve inanılmaz bir nem nefes almasını zorlaştırıyordu. Ciğerlerini yakıyordu. Kalkmaya çalışsada kablolar buna izin vermiyordu. Şimdiye çoktan sabah olması gerekirken hâlâ geceydi. Hemde ne gece. Karanlık ve sessizlik öyle yoğundu ki. Üstelik odada yapyalnızdı.
Kapının gıcırtısıyla inanılmaz bir üşüme tüm vücûdunu sarıp sarmaladı. Bu gıcırtıyı tınısı tınısına anımsıyordu. Yabancı değildi. O gölge içeri girerkende aynı şekilde aralanmıştı kapı. Bir şeylerin, kafayı yemem için çabaladığına artık emindi. Dinine bağlı bir kızdı, duaları dilinden eksik etmez, Rabb'ine yalvarıp yakarmayı pekâlâ bilirdi. Şimdiyse bu yaşadıklarına anlam veremiyordu. O bir türlü izleyemediği ama kesitlerine şahit olduğu Dabbe filminden fırlama sahnelerde başroldeydi sanki.
Ürkmüştü. Hemde fena hâlde. Kanı donuyordu sanki. Korkuyu ilk kez bu kadar yoğun hissetmişti. Sanki içindeki ürperti ve tedirginlik tenini yararak dışarı çıkmak istiyor gibiydi. Gölgenin ona tekrar yaklaştığını hissedebiliyordu. O tanıdık esinti yine hakimdi aralarındaki mesafeye. Oldukça seri hareket ederek yine mesafe bir anda kapatıverdi. Sonra kolunadokundu, serumumun üzerine. Bastırdı fakat damarımın yarılmasını kolaylaştıracak denli bir baskıydı bu. Çığlık atmaya çalışıyordu. Elini çekeceğini tahmin ederken, hiçte öyle olmadı ve baskı ağırlaştı. Çığlıkları içinde birikirken, boğazında oluşan düğümler nefes almasını zorlaştıracak cinsten gerçekti. Şimdi ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Telefonu yanında değildi ve sesi çıkmıyordu. Etraf her zaman olduğundan daha soğuktu. Ki hastanenin bu kadar soğuk olması normal değildi. Hastaları daha da beter hâle getirmemek için odaların ısısına bilhassa dikkat edilirdi.
Ne istiyorsun benden? Neden beni rahat bırakmıyorsun?!
Konuşmaya çalışıyordu ama konuşamıyordu. Ses tellerim acıyordu. Konuşmaya çalışıyordu ama olmuyordu. Boğazında hissettiği sivri metal cisimle irkildi. Ne olduğu hakkında birtakım fikirleri vardı ama tahminleri kendime saklamayı tercih etti.
Yanık kokusuna ekstra kan kokusu da eklenirken tek yapabildiği gözyaşlarının akmasını engellemeye çalışmak oldu. Tek kolundaki seruma delicesine bir baskı uygulanırken, diğer kolumu da hareket ettirememesi normaldi.
Boğazındaki baskı yavaş yavaş artarken tek yapabildiği olacakları beklemekti. Bütün vücûdu kasılmış ve hareket etmesi imkânsızken, korkusunu frenlemeye çalışsa bile nafileydi. Tüm hayatı film şeridi misali gözlerinin önünden geçerken, içinde zerre kadar ne bir huzur ne de mutluluk vardı. Saf acı nasıl hissedilir, nasıl insanın ruhuna kazınır şimdi anlamıştı.
Bedeni irkilirken boğazındaki metal şey, çoktan çizikleri derinleştirmeye başlamıştı. Gözleri açıktı çünkü henüz şahdamarına gelememişti. Kanının ıslaklığını göğüs kafesine doğru aktığını hissederken, tırnaklarını avuçlarına geçirip, gözlerini sımsıkı yumdu. Şimdi ölecekti. Her şeyin sonu gelmişti. Yüzünü görmediği, belirsiz bir gölge tarafından öldürülüyordu. Faîli meçhûl bir cinayete kurban gidecekti.
Derken Deniz'in ve birkaç farklı sesin bağırışıyla uyandı.
"Tırnakları kesiyor avuç içlerini. Şuna bakın oluk oluk kan akıyor!"
"Oradan bakacağınıza yardım edin, birkaç hemşire daha çağırın. Hasta kitlenmiş!"
"Acil müdahele yapın!"
"Kalp ritmi normalin çok üzerinde. Uyurken bu bozukluk normal değil!"
"Kan basıncı da sıkıntılı. Acile alıyoruz! Yeni sedye!"
Ve gerisi tekrar karanlık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeniden Doğuş
Teen Fiction"Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmak zorundasınız. Nasıl yeniden doğmak isteyebilirsiniz ki, önce kül olmadan?" -Nietzsche