Gün doğumunu izlemeyi seviyordu. Huzur veriyordu ona. Her yeni gün, sahiden yeni bir umuttu. Ne hâlde olursanız olun. Tebessüm etmek için her zaman bir nedeniniz vardı ve onu kaybetmemeliydiniz.
Ne zaman uzaklara dalıp gitse, zihnini küçüklük anıları doldururdu. Rüyayı andıran, sonrasında tam anlamıyla kahramanlık hikâyesine dönen anılar. İlkokuldan bu yana her olayda öne kendisini atar, insanları olabildiğince korumaya çalışırdı. Naif ve kırılgan bedeni bunu pek olası kılmasa da, elinden geleni yapardı. Kendini anaokulunda öğretmenimi tam arkadaşına vuracakken, bedenimi ona siper ederek göstermişti. Kahramanlık serisi bu şekilde başlamıştı. İnsanların garipsediği ancak ona hiç garip gelmeyen bir olay daha yaşamıştı. Arkadaşıyla okul dönüşü eve yürürken, elindeki uğurböceğini istemsiz bir biçimde yere düşürmüştü. Gözleri dolarken, ne yapacağını şaşırmış vaziyette yeri inceliyordu. Sonra dizlerinin üzerine çöküp, yolun ortasında gelip geçen arabalara aldırmadan o minik şeyi arama koyulmuştu. Sonunda bulamamıştı. Arkadaşı kolundan tutup onu kaldırırken, içindeki burukluk bir an olsun geçmemişti.
"Masal sen bir meleksin. Tam anlamıyla. Eğer seni rahatlatacaksa, uğurböcekleri yere düşmeden hatta bir zemine bırakılırken bile uçup giderler. Yere düşüp ölmesine imkân yok. Bu kadar üzülme."
Kırılgandı. Olabildiğince hassastı. En ufak bir sözcükte bile paramparça olabiliyor, bir başkasını incitmemek için elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Kendini bildi bileli kin tutabilen bir insan değildi ve sevmediği insan sayısı yok denilecek kadar azdı. Sevgi gibi bir duyguyu hissetmek varken, nefret hissetmek mantıksızdı. Kalbini boş yere yormaktı. Sana verilen imkânları doğru değerlendirememekti.
Serumlu elini kaldırmakta güçlük çeksede, iki elinide kullanıp dağılan saçlarını geriye ittirdi. At kuyruğu günlerdir bozulmamıştı. Zaten bozulsa da yenisini yapmak için gereken güç Masal'da yoktu. Geçmişe dair düşünmeyi seviyordu ve mümkün oldukça da geçmişe yolculuk yapıyordu. Anıların silinmemesi için, sık sık tazelenmesi gerekirdi. O da tam olarak bunu yapıyordu.
Yüreğinde anlam veremediği garip bir sızı vardı. Daha öncekiler gibiydi ancak yutkunmasını zorlaştırıyordu. Sanki bir şey nefes almasını istemiyor, kalbine baskı yapıyordu. Bu aralar gereğinden fazla üzülmüş, hırpalanmıştı. Kendini yavaş yavaş toparlıyordu belki ama, hâlâ yorgundu. Üstelik hastaneden ne zaman çıkacağımda muammaydı.
Acilen Rüzgâr abiyle konuşması gerekiyordu. Anneannesi ve dedesini idare etmek için küçük çaplı bir plan düşünmek zorundalardı. İşin kötü yanıysa Rüzgâr abisinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Burada, bu hâlde olduğunu bilse gidip Poyraz'ı öldürürdü. İşin onunla alakâlı olduğunu kavrayabilecek kadar iyi tanıyordu Masal'ı. Kendini anlatmak için çabalamıyordu bile, gözlerinden hissettiklerini okuyordu.
Komodinin üzerinde duran ve uzun zamandır bakmadığı telefonuna göz gezdirdi. Bir sürü arama ve mesaj vardı. Lâkin hiçbirine cevap veremezdi. Anneannesi ya da dedesinin kulağına bir şekilde gidecek, en ufak bir hastane dedikodusu bile çok kötü sonuçlar doğurabilirdi. Hâliyle telefonunu çoğunlukla ya kapatıyor, ya da uçak moduna alıyordu. Canım sıkıldıkça kulaklığını yanına almanın sevincini yaşayarak birkaç MFÖ ya da Can Gox şarkısı dinliyordu. Biraz daha iyi hissetmesine sebep olurken, bir yandan da evindeymişim gibi hissettiriyorlardı. Doktorlarda yüksek seste dinlememesi ve iki kulaklığı da takmaması konusunda genç kızı uyarmış, haricinde serbest bırakmışlardı.
"Hey! Sana anlatmam gereken bir sürü şey var. Âh ayrıca yardımın gerekli. Mesajımı gördüğün an aramalısın. Bu arada günaydın."
Heyecanlanmıştı. Rüzgâr abiden bir şeyler gizlemek Masal'a göre değildi. Hayatının hiçbir evresinde ondan hiçbir şeyi saklamamıştı. O manevî babam olmasının yanında, dostuydu da. Asla kaybetmek istemeyeceği insanlar listesinin başlarında yer alıyordu. Telefonun titremesiyle sarsıldı.
"Evet küçük hanım anlat bakalım. Sabah sabah günaydın demenden daha önemli ne oldu? Ki normalde bunu en başta söylemeyi ihmal etmezsin."
"Haklısın, kabalık ettim. Sorun şu ki, hastanedeyim ve-"
Cümlesini tamamlamasına izin vermeden, hışımla konuşmaya başladı.
"Ne demek hastanedeyim Masal? Ne için? Ne zamandır? Hangi hastanedesin? Oraya geliyorum."
"Asıl önemli olan ben değilim. Senden bir şey istemek zorundayım. Yalan söylemeyi sevmediğini biliyorum, bende sevmiyorum. Fakat anneannem ve dedeme, beni tatile götürdüğünü bir buçuk yahut iki hafta içinde döneceğimizi söylemelisin. Çok bunaldığımı ve yorulduğumu bahane olarak kullanabilirsin."
"Bunu halledeceğim. Adres Masal. Adres."
Tam adresi vermek için dudaklarını aralamıştı ki, şu an gelmesinin pek de uygun kaçmayacağını düşündü. Henüz tüm testlerim yapılmamıştı ve daha endoskopiye girecekti. Psikiyatrla konuşmadığı gibi Rüzgâr abi onu böyle görmeye de dayanamazdı.
"Beni düşündüğünü biliyorum. İnan bana bende seni düşünüyorum. Bu yüzden sana adresi veremem, lütfen konuşurken beni bölme. Bir sürü şey yaşadım ve neredeyse dört gündür buradayım. Yanımda Deniz var ve iyiyim. Sana haber vermedim çünkü ne kadar üzüleceğini biliyordum. Seni buraya çağırmak bencillik olurdu. İşin, ailen ve her şeyden önce kendine ait bir hayatın var. Bir anda her şeyi mahvedemezdim. Elbette ki buraya geleceksin, ancak şu an olmaz. N'olur anla beni. Kimseye hastane meselemden bahsetme. Telefonumu kapatıp, sonra sana ulaşacağım. Söz. Seni seviyorum."
Deniz konuşma seslerinden rahatsız olmuş olacak ki bunu belirten sesler çıkartmaya başlamıştı. Uykusunda konuşurdu, bazen gezerdi bile. Hayatı ayıkken yaşadığı tek yer belkide rüyalarıydı. O yüzden hiç bitmesin istiyordu. Kim bilir? Onun huzur bulduğu yer de oraydı. Uyurken onu izlemek güzeldi. Düz siyah saçları kabarmış, günlerdir temizlemediği göz makyajı yüzünü suluboya paletine çevirmişti. Ne var ki o bundan rahatsız değildi. Bu yüzden Masal'da bir şey diyemiyordu. Bazen doktorlar ona tedaviye ihyacı varmışçasına baksalarda, karşı bakışlarıyla onlara hadlerini bildiriyordu. Sabahın henüz ilk ışıkları olmasına rağmen zihni yeterince dolmuştu. Geçmişiyle, bugünüyle, geleceğiyle. Zamanı sorularla geçiyordu, bir türlü cevaplayamadığı. Her geçen gün bir yenisi ekleniyordu yerine. Şikâyetçi olmadığı gibi, isyankâr bir yapısı da yoktu. Kendi hâlinde sessiz ve sakindi hep. Bunları yaşamasının nedenini merak ediyordu. On sekiz sene boyunca kimseyi üzmemiş, ya da incitmemişti. Hatta kırılan taraf hep oydu. Merhamet eden, affeden. Yapamazdı zaten. Acımasız olamazdı. Bu ona göre değildi.
Çok erken kalkmıştı ve bunun yorgunluğunu gün içinde iliklerine kadar hissedecekti. Deniz'in telefonunun sessizde olduğunu bildiğinden mesaj yazdı.
"Günaydın. Uyanmamam gereken erken bir saatte uyandım ve şu an deli gibi uykum var. Çok tatlı uyuyorsun ve sana bir şeyler söylemek için seni uyandıramazdım. Ne yapıp, ne edip evden ders kitaplarımı getirmelisin. Hastanede olmamız ders çalışmamamız anlamına gelmez. Önümüzde iki koca sınav varken, burada böyle yatamayız."
En az kitap okumayı sevdiği kadar, ders çalışmayı da seviyordu. İki farklı dünyaydı gözünde ve iki dünyaya da âşıktı. Belkide barışıktı ikisiyle de. Bu yüzden zorlanmıyordu. Lisenin dört senesi boyunca tüm notları eksiksiz almış, dersleri dinlemiş ve sınavlara girmişti. Sonuçları ise hep beklediği şekilde olmuş ve hep en iyilerin arasında yer almıştı. Özel bir hırsı yoktu en iyi olabilmek için. Fakat çalışmayı seviyordu işte. Bir edebiyat sorusu onda binbir farklı duygu uyandırırken, paragraf sorusu onu başka âlemlere sürüklüyordu. Deniz kitaplarını getirdiği takdirde eksiklerini hızla kapatacak ve sınava hazırlıklı olarak gireceklerdi. Şimdi biraz daha huzurluydu. İlaçsız ve kâbussuz uyuduğum geceler huzursuzlanıyordu, o gün kitap kapağı dahî açamadığı için. Nihayet özlemi sona eriyordu ve tempo kaldığı yerden devam ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeniden Doğuş
Novela Juvenil"Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmak zorundasınız. Nasıl yeniden doğmak isteyebilirsiniz ki, önce kül olmadan?" -Nietzsche