BÖLÜM 3: Dokunduğun her yerim acıyor şimdi.

608 32 14
                                    

Soğuğa aldırmaksızın kar botlarıyla patikada ilerliyordu. Buz tutmuş yolları geçiyor ve etrafımdaki gülüşen çiftlere aldırış etmiyordu. Artık kıskanmaktan öte, onları görmek acı veriyordu. Hoş şu an hiçbir şey hissedemiyordu. Hem hissiz, hemde yalnızdı. Ayrıca kış en acımasız mevsim olduğundan, tüm yalnızlığını olduğu gibi yüzüne vuruyordu. Realizmden oldu olası hoşlanmamıştı. Gerçeklerin oldukları gibi söylenmemesi, makûl bir şekilde aktarılması gerektiğini savunurdu hep. Buz tutan ellerini göz ardı ederek patikanın uçurumu andıran en dip noktasına kadar yürüdü. Tam ucunda durduğundaysa aklına izlediği filmlerden ve okuduğu kitaplardan ötürü binlerce farklı sahne geldi. Elbette intihar etmeyi düşünmüyordu, en muhtemel ihtimal bu olmasına rağmen. Henüz erkendi. Henüz dayanamayacağı denli bir acı yoktu.

Düşünceleri ve kendisiyle arasındaki köprü tamamen yıkılırken, istemsizce öne adım attığını fark etti. Tam uçurumdan düşecekken onu belinden yaklayan bir çift kolla irkildi. Hafifçe çığlık atarken, sesi geri çekilmesinin etkisiyle tuhaf bir biçimde basık çıkmıştı.

"Ne yapıyorsun sen? Amacın ne senin?! Aptal!"

Sitem kusan sesin sahibi çok tanıdıktı. Bilinci henüz yerine geldiği için karşısındaki simayı idrak etmekte zorlanmıştı. Fakat şimdi her şey netti. Poyraz'dı. Masal buraya onunla olan anılarını unutmak için gelmişken, şimdi karşısındaydı. Düşmek üzereyken yardım etmişti. Neden yapmıştı ki bunu? Onu ilgilendirmezdi! Bu ne cürret. Sessiz kalmayı başarabildiyse de, yutkunmak en az on saniyesini almıştı. Üstelik boğazındaki düğümlere her geçen saniye yenileri ekleniyordu. Gözlerine baktığında saçlarının dağılmış olduğunu ve gözlerinin de dopdolu olduğunu gördü. Olamaz. Hayır. Ağlayamazsın. Ölmedim. Yaşıyorum. Yapma. Dayanamazdı ağlamasına. En büyük zaafı buydu belkide. Ama yapamazdı, yaklaşamazdı ona. O onun değildi. Ağlamamak için dudaklarını ısırırken, tek yapabildiği gözlerinin içine bakakalmaktı.

"Seni ilgilendirmez. Hayatıma müdahele etmeye sakın kalkışma! Yarım bıraktığın yerden, hayatımı dilediğim gibi tamamlarım,"

Yutkundu. Kelimeleri zar zor bir araya getirebiliyordu ve ona bu kadar yakınken dokunamamak canını acıtıyordu.

"İstersem yarıda keser bitiririm, istersem devam ederim."

Aldığı derin nefesi bir anda bırakıverdi. Dengede durmada güçlük çekse de bunu ona yansıtmamak zorundaydı. Bir temasa daha yüreği dayanmazdı. Tenlerinin birbirine değmesi, ateşle barutun yanyana gelmesi gibiydi. Aynı ortamda bile olmamalılardı. Onca şeyin üzerine, asla.

"Kendine acı çektiremezsin. Buna hakkın yok. Kendini öldürmeye, hiç yok! Artık büyü. En ufak şeyde pes edemezsin! Hayat sen düştüğünde ayağa kalkmanı beklemeden bir tekme daha savurur sana. Düştüğün an kalkmayı öğrenmek zorundasın!"

Ses tonunu yükseltmekten öte, şu an bağırıyordu. Sesi, onun sesinin yanında hep daha pasif kalırdı. Şu an ise duyulmazdı bile. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Hayatına ilişkin hiçbir şey onu ilgilendirmezdi. O bir katildi. Hem onun ruhunun, hemde aşklarının katiliydi. Ölümle alakâlı ona nutuk çekebilecek son insandı belkide. Sinirden kulakları uğuldamaya başlamışken, soğuğu iyiden iyiye iliklerinde hissediyordu. Fakat bunu belli etmeye de hiç niyeti yoktu. Herhangi bir sevgi gösterisi görmek istemiyordu. Canı yanıyordu ve yaralarım kanıyordu, evet. Fakat o yaralarına tuz basmaktan başka hiçbir şey yapamazdı. Burada olduğunu nereden ve nasıl bildiğinin hiçbir önemi yoktu. Önemli olan şimdi karşısına geçmiş bana ders vermeye çabalıyor olmasıydı.

"Sorması ayıp ama, bir insanı yarım bırakırken bu cümleleri kuramadın mı? Aklın yerine şimdi mi geldi, eksik parçalar falan? Sen beni öldürdün, sen.."

Duraksamak zorunda kalmıştı çünkü nefes alamıyordu ve iki büklüm olması an meselesiydi. O yüzden mümkün olduğunca seri bir biçimde konuşmaya devam etmeli ve aynı şekilde de bitirmeliydi.

"Bana nutuk çekecek en son insan sensin! Sen bir katilsin! Beni umursuyor olsaydın, gitmezdin! Sensiz yaşayamayacağımı bilirdin."

Gözlerindeki hüznü ve bakışlarındaki burukluğu fark etmesi ile beraber, hepsi kalbine birer ok olup saplandı sanki. Öyle derin bir acı hissetti ki sol yanında, anlatmasına imkân yoktu. Tek bir damla gözyaşı süzüldü gözünden ve onu elinin tersiyle seri bir şekilde sildi. İsteği bir an evvel eve gitmek ve bu günü hafızasından kazımaya çalışmaktı.

"Gitmek zorunda kaldım Masal. Gitmek zorunda kaldım. Sana dokunmaya bile kıyamazken, seni öldürmek ne kelime? Biz bir arada olamazdık, anla. Asıl birlikteyken birbirimizi öldürüyorduk. Farkında değil misin? Sana hoşçakal diyebilseydim ne değişecekti? Ayrılamayacaktık. Kopamayacaktık birbirimizden. Sen benim geleceğimdin Masal, bir kadına geleceğim ne demektir biliyor musun? Sonsuzumsun demektir, mutluluğum ve huzurumsun. Ayrıca hayatımın geri kalanısın demektir. Daha fazla birbirimize zarar vermemize göz yumamazdım. Bunu yapsaydım, bencillik olurdu."

Âh! Yine ağlıyordu! İşte yine hakim olamıyordu. Olmuyordu. Ben o kadar güçlü değildim. Gidenime, katilime karşı hiç değildim. O. O benim diğer yarım, sol yanımdı.

"Bunu şimdi söylüyorsun?! Onca şeyden sonra mı? Hoşçakal demen bile yeterliydi. Upuzun cümleler kurmaya zahmet etmene gerek yoktu. Ben senden bunu hiç istemedim be adam. Yanımda kal istedim be! Git dediğimde, kalıyorum demeni istedim."

Cümleleri kurarken dudaklarının buz kestiğini hissedebiliyordu, ağlamaktan sesi çatallanmıştı. Kendinde hissetmiyordu. Şu an kendini hissedemiyordu. Hiçbir uzvuna hakim değildi ve epeyce hafiflemişti. Sanki benliğinden çok uzaktaydı. Hatta ikinci bir kişiymiş gibi bedenini izliyordu.

Yere yığılmıştı, bağırmak istiyordu ama bağıramıyordu. Hiçbir şey yapamıyordu. Ceset gibi yatıyordu öylece. Bir süre sonra ise tamamen kendini kaybetti ve gözlerini açamadığı gibi ruhunun havaya karışıp, ondan çok uzaklara gittiğini hissetti.

Yeniden DoğuşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin