Birkaç saatlik yolculuğun ardından uyuşmuş bazı uzuvlarımı esnetmek biraz zahmetliydi. Uykum doruklarda yüzüyordu çünkü. Açlığım da. Ellerimi kavuşturarak yukarı doğru uzattım. İmalı bakışlarım sahibinin üstünde geziniyordu."Buraya gelirken beni açlıkla sınayacağını hiç düşünmemiştim."
Elindeki tavayı bir tur çevirdi. Söylediğine göre parmaklarımı yiyeceğim mükemmel bir yemek yapıyordu. Ama alt tarafı makarnaydı. Ne kadar iyi olabilirdi ki?
"Ben de bu kadar huysuz olacağını hiç düşünmemiştim.." Doğradığı salatanın yağını, tuzunu ekledikten sonra karıştırmaya başladı. "Hem bir işin ucundan tutsan şimdiye yemeğini yiyor olabilirdin."
Sesindeki iğnelemeye aldırmadım. "Yorgunum."
Şokla pörtlettiği gözlerini saniyelik yüzüme çevirdi. "Saatlerdir direksiyon sallayan sen misin, ben mi?"
"Saatlerdir aynı pozisyonda oturan benim ama. Buraya gelmeyi de sen istedin ayrıca. Hizmetimi üstlenmen gerek."
Dudakları büzüldü. Kaşları da havaya kalkarken bu garip ifadeye bürünmesine rağmen suratının nasıl bu kadar yakışıklı gözüktüğünü düşünüyordum. Ben maymuna benzerdim. Hatta yapmadan benziyordum.
"Pekala küçük hanım. Ne içmek istersiniz?"
"Farketmez. Ne var?"
Şöyle bir düşündü. "Pek bir seçeneğimiz yok aslında." Çıkardığı geniş tabaklara yaptığı makanayı koymaya başladı. "Babamın şarap koleksiyonu var alt katta ama o bize pek uymaz. Bu yüzden tek seçeneğimiz," İnce ayaklı şarap bardaklarına da sürahideki sıvıyı doldurdu. Eli hızlıydı. "Su."
"Aslında içebilirdik."
"Ne?"
"Şarap yani. Tadını merak ediyorum." Alkolü sevmezdim. Babam sağ olsun alkollü bir şeyi bırak içmeyi koklamak bile istememiştim. Çünkü onu içtikten sonra neler olacağının birinci elden şahidiydim. Olmak istemediğim ve çocukluğumun doldurduğu koca bir şahit. Hayır, küçük bir şahit. Küçücük...
Ama aynı zamanda merak ediyordum. Neden içilirdi bu şey? Kokusundan mı? Tadından mı? Ya da hissettirdiklerinden mi? Unutturduklarından da olabilirdi pek tabii.
"Yola çıkacağımız için içmemem gerek."
Masaya koyduğu tabakları aldım iki elime. Mutfak kapısından verandaya çıkarken yüzüme vuran deniz kokulu meltem saçlarımı geriye doğru savurdu. "Haklıydın. Gitmek istemeyeceğim kadar güzel burası." Denizin üstünden batan güneşe baktım hülyalı hülyalı. Turuncu ve kızıl huzmeler yayılmıştı üstüne denizin ama hiç aykırı durmuyordu ondan. Sahiplenmişlerdi birbirini. Bütün olmuşlardı. "Değmesi için bir süre daha kalalım. Yarın sabah çıkarız yola. Senin için de sorun değilse tabii?"
Salatayı çatalları ve su dolu bardakları getirirken alaylı bir gülüş attı bana. Pis.
"O zaman ben bir şişe kapıp geliyorum?"
Kafamı aşağı yukarı salladım. Koşarcasına içeri geçti. Ben de verandanın rahat koltuklarına çöktüm. Cam bir masa vardı önümde. Suplaların üstüne yerleştirdiğim tabaklar iştah açıcı gözükse de kendimi frenledim o gelene kadar. Huzurlu bir sessizliği vardı buranın. Huzurlu bir kokusu, huzurlu bir tadı... Bu huzura bırakmadan önce kendimi anneme haber vermiştim tekrardan. Çalışmamın uzayacağını eve gelemeyeceğimi söylemiştim. Yalanda uzamanlaşıyordum yavaş yavaş. Günahı onun boynuna.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SANRI
Novela JuvenilHer şey onu görmemle başladı. "Hayal et." O, biriydi. Zihnimin kuytu köşelerinde bile kendi krallığını kurmuş her gözümü kapatışımda karşıma çıkan, biriydi. Felaketim. Umudum. Nefesim. Aynı anda birçok şey olmuştu. Beni iyileştirdi. Sonra ise...