"Seçeneklerimizi düşünmeliyiz öncelikle,"Bağdaş kurmuş karşılıklı oturuyorduk. Sonu gelmeyen bembeyaz bir çarşaf gibiydi zihnimin içi. Biz ise o çarşafın üstüne konumlanmış iki küçük leke. Düşüncelerimiz bile kirliydi.
"Acı çektirerek mi öldürmek istersin yoksa hızlı ve temiz mi?"
Hö?
Rüyamda bile tükürüğüm boğazıma kaçabiliyormuş demek.
"Hapse girmek istediğim son şey bile değil." Diyerek dalgaya vurdum.
"Öyleyse ben öldürmeliyim." Yüzünde tek bir mimik dahi oynamadı. Gayet ciddiydi.
Kıkırdadım. Sanrım, ete kemiğe bürünüp insanları öldürecekti demek. Ne kadar da komik!
Hala yüzünde tek bir mimik dahi oynamazken gülmeye devam ettim. Bitene kadar izledi ama suratındaki ifade bir santim bile değişmedi.
"Sen bana inanmıyorsun."
"İnanmam için gerçekleri söylemelisin."
Kafasını geriye doğru attı. "Sana ne zaman yalan söyledim?"
Derin bir nefes aldım. Beni yoruyordu. Gündüzleri uyanık olan zihnim geceleri bile dinlenmeye fırsat bulamıyordu.
"Bir bedenin olmadan insanları nasıl öldüreceksin?" dedim alayla.
Bu sefer tüm bedeniyle geri doğru yıkılırken şen kahkahası yankılandı zihin duvarlarımda. Cılız bir bedeni vardı. Uzun ve sıska. Siyahtan başka bir renk görmemiştim üstünde ki eşofman ve tişörtten başka bir şey giydiği de yoktu. Yüz hatları keskin ve belirgindi. Gözleri, kaşları, dudakları kalemle çizilmiş gibi orantılıydı.
Ben de bedenimi geriye doğru bıraktım. Eğer biraz kilo alacak bir bedeni olsa çok can yakardı.
"Cidden, bana hiç ama hiç inanmıyorsun."
Bedenimin yanına bir şeyin yuvarlandığını hissettim. Dönüp bakmadım. Sadece elimle beyaz tavanı gösterdim. "Yıldızları izleyelim." diye mırıldandım.
"Bu insanların yıldız izleme sevdasını hiç anlamıyorum!"
Siyahlaşan tavandan gözlerimi çekmedim. "Belki de insan olmadığın içindir?"
Güldü. Ardından uzun bir sessizlik oldu aramızda. Beraber yapay yıldızlarımızı izledik. Soluklarımızı dinledik. En sonunda kafamı yavaşça ona çevirdim. Gözerinin üstümde olduğunu görmek beni korkutmadı. Hep böyle yapıyordu. Alışmıştım artık.
Alışmak. Ne kadar garip. Birinin varlığına alışmak ve yokluğunda ne yapacağını şaşırmak... Hiç olmayan birinin yokluğu...
"Mert diye bir çocukla konuştuğumu söylemiştim sana hatırlıyor musun?"
Gözlerini devirdi. "Onu da mı öldürsem?"
"Benimle konuşurken hep neşeliydi. Uzun zamandır gülmediğim kadar gülmüştü kendisi kısa konuşmalarımızda bile."
"Çok nankörsün cidden! Sanki ben hiç gülmedim sana!"
Trip atar bir ifadeye bürünen suratını inceledim. Gerçekten...
"Benimle konuşma tarzı, kullandığı mimikler, vücut dili hepsi arkadaş canlısıydı. Samimiydi. Ama gözlerinin içi bomboştu. Bunu Melise olan küçük bir bakışı sayesinde fark ettim."
Doğruldu. "Nasıl bakıyordu?"
"Tarif edemem," bir iç çektim. "Ama göğsüme bir ağırlık çöktü. Nefes alamadım bir süre. Onun bir sürü arkadaşı var diye düşündüm. Benim de bir tane olabilirdi. Eğer o olmasaydı, olabilirdi."
Yüzümde olan bakışlarını çekmedi. Ben de çekmedim. Uzun süre birbirimize baktık yine.
"Sana yetmek için ne yapabilirim?" Fısıltısı dudaklarından çıkıp kulaklarıma ulaştığında sadece bakmaya devam ettim ona.
Bana hiçbir zaman yetemeyecekti. Çünkü ben normal bir insan olacaktım.
Olmalıydım.
Alarmımın sesiyle yüzü bulanıklaştı. Su gibi dalga dalga yavaşça uzaklaştı. Gözlerim aralanırken pencereden süzülen ışığa alışmaya çalıştım. Sabah olmuştu. Yeni bir okul günü.
Hızlıca hazır oldum. Saçlarımla dalga geçmemeri için duşta iyice temizlendim. Yemek yemeye vaktim olmamıştı lakin eğer yürürsem yol paramla kendime bir simit alabilirdim. O yüzden çantamı hazırlayıp seri adımlarla okulun yolunu tuttum.
İlk ders matematikti. Sabah sabah hiç çekilmese de okula vardığımda mutluydum. Çünkü o, henüz burada değildi.
Kafam eğik sırama doğru geçerken yanından ayrılmayan dolaylı olarak benim de yanımdan ayrılmayan iki kızın sesini duyabiliyordum.
"Neden gelmemiş ki bugün?"
"Ay! Bilmiyorum ama hastaneye kaldırmışlar sanırım."
Hastane? Belli etmemeye çalışarak sohbetlerine kulak kabarttım.
"Sabah uyandığında her yeri kan içindeymiş." Konuşmalarına dahil olan esmer kız çiğnediği sakızla adeta gürültü kirliliğinin vücut bulmuş haliydi. "Saldırıya falan mı uğradı acaba?"
"Evinde mi saldırıya uğrayacak?"
"Ne bileyim? Belki hırsız falan girmiştir!"
"Belki!"
Adım sesleri sırama doğru yaklaşırken başımı kaldırmadım. Lakin buna rağmen kızıl saçlarını görebiliyordum.
"Mutlu musun ezik?"
Saç diplerim ani gelen acıyla kasıldı. Yüzünü tam görebiliyordum şimdi.
"Mutlusun tabii! Melis bugün okula gelmeyecek." Diğer eli yüzümde gezindi. Tırnağının çizdiği yol canımı acıtırken zilin çalmasıyla tuttuğum nefesi verdim yavaşça. "Ama sevinme, çünkü biz buradayız."
Ardından birkaç küfür etti ve kendi sırasına geçti. Benimse aklımdan tek bir cümle geçiyordu.
Sana yetmek için ne yapabilirim?
SANRI
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SANRI
Teen FictionHer şey onu görmemle başladı. "Hayal et." O, biriydi. Zihnimin kuytu köşelerinde bile kendi krallığını kurmuş her gözümü kapatışımda karşıma çıkan, biriydi. Felaketim. Umudum. Nefesim. Aynı anda birçok şey olmuştu. Beni iyileştirdi. Sonra ise...