4. 'Son Görüş'

42 2 0
                                    












Okul bitiminde koşarak eve geldim. Diğerlerinin elinden kaçmam biraz zor olsa da erkenden varabilmiştim.

"Anne ben odamdayım!"

Ayakkabılarımı fırlatıp odama doğru depar atarken annemin şaşkın sesi kulaklarıma doldu. "Ne bu acele Nil?"

Kapıyı açıp odama girmeden önce salona kısa bir bakış attım. Annem yıpranmış koltukların üstünde dikiş yapıyordu. Yüzündeki morluğu görünce kafamı çevirdim. "Biraz uyuyacağım, çok yoruldum bugün."

"Daha erken değil mi kızım? Gece uyuyamayacaksın sonra?"

Derin bir nefes aldım. "Dün gece pek uyuyamadım. O yüzden uykusuzum."

"Yemek yedin mi?"

"Evet atıştırdım bir şeyler." Derin bir nefes aldım ve bedenimi kapının eşiğinden uzaklaştırdım. "İyi geceler anne."

Çantamı yere attım. Üstümü değiştirmeye dahi tenezzül etmeden eski, yayları sırtıma batan yatağıma uzandım.

Gerçekten, sefil bir haldeydik.

Annem gördüğüm en güzel kadındı. Görünüş olarak ona pek çekmemiştim. Ama bahtımız aynıydı. Şiddet. Kendimi bildim bileli vardı hayatımda. Çocukluğumda sessiz olmaları için kulaklarıma bastırdığım küçük ellerimde, sebebini anlamadığım mavi yeşil mor renkte morluklarda, giremediğim ergenliğimde...

Bilincim kararırken vücudum serbest kaldı. Uyuduğunda insan, hayal alemine dalar ve yaşadıklarını unutarak huzur bulur. Lakin ben uzun zamandır o alemin yakınından bile geçmemiştim. Ki bu tamamen beni çileden çıkaran sanrının suçuydu!

"Seni ben var ya!"

Ayakkabımı kafasına atarken hiç pişmanlığım yoktu. Aksine geniş geniş sırıtan ağzına iki tane çakamadığım için üzülüyordum.

"Ayakkabımı getir!"

Beyaz zeminde koşarak yanıma gelirken adım sesleri duyulmuyordu. Yere oturdum. Yorulmuştum. "Giydir."

"Tabii efendim." Tek dizi üstüne çöküp ayakkabımı giydirmesini bekledim. "Kendimi sinsirellanın ayakkabısını giydiren prens gibi hissediyorum!"

Ayağımın tabanıyla omuzuna yapıştırdım bir tane. Yere doğru düştü. "Sindirella o, aptal!"

"Sinsirella bence," çapkın bir bakış attı. "Baksana prensi ağına düşürdü." Ayağıma bir bakış attı. "Hem de kokan ayağıyla!"

Bu sefer bacağına geçirdim. Bir tane. Hırsımı alamayıp bir tane daha.

"Kaşınıyorsun." dedim.

"Kaşısana."

Dirseklerini yere dayadı ve oturduğu yerde iyice yayıldı. Paşamın bir çekirdeği kolası eksikti!

"Sen mi yaptın?"

Dudaklarını büktü. "Neyi?"

"Melis.. Sen mi yaptın?"

Derin bir iç çekti. Bedenini doğrulttu sanki biraz daha yaklaşmıştı yanıma. 

"Ne duymak istiyorsun?"

Gözleri gözlerimin içine içine bakıyordu. "Artık bir karar vermelisin Nil. Ne yapmak istediğine ya da ne duymak istediğine. Yaklaşık bir yıldır belki daha fazla, seninleyim. Neler yaşadığını nasıl hissettini yansıttığın bir aynadan farksızım. Lakin benim seni gördüğüm kadar sen beni görmüyorsun. İtebildiğin kadar itiyorsun. Ardından geri çekiyorsun."

Derin bir nefes aldı. "Gerçekten varolmamı mı istiyorsun yoksa hiç olmamamı mı?"

Uzun bir sessizlik sardı herbir yanımızı. Sadece böyle kalsak olmuyor muydu? Sorular olmasa, cevaplar olmasa... Gerçek denilen şey hiç olmasa, olmaz mıydı?

"Senin varlığın beni tüketiyor." diye fısıldadım. "İstemiyorum seni! Deliliğimin kanıtı gibi karşımdasın, sürekli."

Yüzü düştü. Üzüldü. Hissettim. Ama durmadım.

"Ben artık bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Yorgunum. Varlığın beni çok yoruyor. Nefes alamıyorum."

Ve bir şeyler kırıldı. Aramızda geri dönülemez bir şeyler paramparça oldu. Bir anda boşluğa düştüm sanki. Bedenim boğucu bir hissin esiri oldu. Ama ben bu hissin adını koyamayacak kadar aptaldım.

"Pekala. Artık burada olmayacağım. Gözlerini kapattığında görmeyeceksin beni. Madem seni delirttiğimi düşünüyorsun, yokluğumla iyileşeceksin. Nefes alacaksın."

Ayağa kalktı. Üstüne bir şey varmış gibi kıyafetlerini silkerken yüzümdeki gözlerini karşılamadım. Ne kadar vicdansızım ama!

"Bu seni son görüşüm."

Ardını dönüp giderken dur demedim. Bir kez daha dönüp bakmadan bana kararan duvarlara doğru yürüdü. Attığı her adımda daha çok boğuklaştı hislerim.

Ve her yer karardı.







SANRI

SANRI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin