Hastaneye gelmiştim sonunda. İki vesait değiştirmiş ve azıcık yürümüş olsam da...Gelmiştim gelmesine de şimdi ne yapacaktım? Danışmaya soramazdım. Almazlardı bile beni içeri. Yoğun bakımda kalıyor olmalıydı. Anonim hesap öyle söylemişti. Asansörlere doğru adımladım. Kat numaralarının yanında bilgilendirmeler mevcuttu. İhtiyacım olana çekinmeden hunharca bastım. Bir kere basınca içim rahat etmiyordu nedense. İstediğim kata çıkması uzun sürmedi. Asansör başta kalabalıktı lakin durduğumuz katlarda sürekli kan kaybettiğimiz için tek başıma çıkmıştım bu kata. Şansıma ortalarda hemşire memşire de gözükmüyordu. Belki yemek molasındaydılar. Bilemiyorum ama etraf çok sessizdi.
Ses gelen bir yer vardı sadece. Yardımı dokunabilirdi belki. Duvara sırtımı yasladım ve beni göremeyecekleri bir açıda onlara yaklaştım. Kendimi ajan filmlerinde gibi hissetmekten alamıyordum.
Sarışın bir hemşireydi. Yüzünü göremesem de fiziği ve boyu orantılı ve güzeldi. Telefonla konuşuyordu. Hattakini duyamasam da onun tiz sesi duyulmayacak gibi değildi.
"... iki yıl oldu heralde. Aslında bir-bir buçuk yıl kadar önce uyandı ama uyandıktan kısa bir süre sonra tekrardan bilincini kaybetti. Doktorlar vücudunun iyileştiğini ama duygusal şok yüzünden tekrardan bilincini kaybettiğini söylediler."
"Bilmem, doktor değilim ben. Gerçi doktorların da bir halta yaradığı söylenemez bu durumda." Derin bir nefes aldı. "Haftada iki kere kontrol ediyorlar, sık sık ilaçlarını değiştiriyorlar fakat uyurken psikolojik destek alamadığından iyileşmesi pek mümkün değilmiş."
Salık saçlarınında gezdirdi ellerini. Hemşirelerin saçları toplu olmaz mıydı genelde?
"Haklısın aslında çok yakışıklı. Yazık olmuş gerçekten."
Gözlerimi devirdim. Bu böyle konuşmaya devam ederse akşam olurdu.
Danışman masanına doğru adımladım hızlıca. Hemşireler işbaşında burada takılıyorlardı belli ki, üstü birikmiş dosyalarla oldukça dağılmıştı. Derin bir nefes aldım ve işe yarar bir şeyler aramaya koyuldum. Yoğun bakım hastalarının olduğu çizelgede ismi yoktu. Demek ona ayrı bir oda açılmıştı.
"Ne yapıyorsun burada?"
İrkilerek geri çekilirken elimdeki dosya masaya gürültüyle çarptı. Akşama kadar sürmemişti konuşması. Ama kulak misafiri olduğum kısımlar işime yarayabilirdi.
"Dosyaları karıştıyorum. Sen ne yapıyorsun?"
İnce kaşları çatıldı. Dudaklarından alaylı bir kıkırtı dökülürken elleri beline konumlanmıştı. "Onu görüyorum. Yaptığın suç. Güvenliği çağıracağım."
"Bence de çağır. Benim de anlatmak istediğim birkaç şey var. Seninle alakalı."
Yine alaylı bir hıh sesi döküldü dudaklarından. "Ne anlatacakmışsın ya Allah aşkına? Merak ettim şimdi."
Kollarımı birbirine doladım ve kalçamı masaya dayadım. Oyuncu olmalıydım belki de ben. "Hımm mesela, senin bir hastaya duyduğun yakınlıktan bahsedebilirim. Hatta daha da abartıp onu taciz ettiğinden? Sonra hastaneyi şikayet eder, sosyal medyada ismini ifşalarım." Yaka kartına baktım. "Sibel hanım? Başka ne yaparım? Hastanın ailesine bu durumdan bahsedebilirim. Şikayetçi olmaları için ikna edebilirim. Bilemiyorum, düşündükçe aklıma yeni yeni şeyler geliyor. Sence hangisinden başlamalıyım?"
Yüz ifadesi gittikçe ciddileşirken alaydan eser kalmamıştı. "Kanıtın yok, hiçbir şey yapamazsın."
Salaktı heralde biraz. Sonuna kadar inkar kuralını hiç duymamıştı heralde. Neyse işime yarardı. "Olmadığını kim söyledi?" Elimi cebime götürdüm. Telefonumu çıkarıp havada iki kere salladım. "İçinde bir video var. İçeriğini benden daha iyi bilirsin. Bunun yayılmasını ister misin?"
"Yalan söylüyorsun. Blöf yapıyorsun."
Bu sefer alaylı ifade benim yüzüme sıçramıştı. "Evet yapabilirim ama sen bu riski alabilir misin? Ya bu risk hayatını mahvederse? Ben en fazla hastaneden yaka paça atılırım, belki şikayetçi olurlar ama o kadar. Daha fazlası yok." Salınarak ona bir adım atım. "Ya sen? Sana ne olur?"
"Sus!" Aceleci birkaç nefes aldı. Elleri mi titriyordu onun? Fazla abartmıştım sanırım. "Ne istediğini söyle."
Dudaklarımı yaladım. Pişman olmak için çok geçti. "Yankı Eraslan, beni onun yanına götür."
"Ne yapacaksın? Beni tehdit etmek için onu kullanamazsın! İfade veremez. Çünkü kendisi bir ölüden farksız!"
Pişman olmak çok gereksizdi. Eğer doğru anladıysam bazı şeyleri, çok çok gereksizdi.
"Dediklerim anlaşılmıyor sanırım. Bir daha tekrarlamayacağım. Beni Yankı Eraslan'ın yanına götür." Herbir kelimesine vurgulayarak söylediğim cümleden sonra geri adım attı.
"Bu taraftan."
Önden gitmesi için bekledim. Gözlerini devirdi ve salına salına yürümeye başladı. El mecbur takip ettim. Biraz yürüdük, birkaç yerden saptık. Sonunda bir odanın önünde durduk. "Burası. Anlaştığımıza göre çeneni kapalı tut ve telefonunu bana ver."
Uzattığı ele küçümser bir bakış attım. "Keşke biraz zeki olsan da ben de keyif alsam!"
Kapıyı araladım yavaşça. Bedenimi içeri sokmadan önce ona dönerek "Buradan sağ salim çıkmamı beklemelisin. Ha! Aklında bulunsun biri beni yakalarsa çenem düşebilir. O zaman da sen üzülürsün." dedim. Kapıyı yüzüne çarparken bu onu son görüşüm değildi belli ki.
Birkaç nefeslik süre bekledim. Kalbim maraton koşmuşçasına çarpıyordu. İyi baş etmiştim. Zayıflık göstermeye tavizim yoktu hiçbir zaman ama bu kadar ileri gittiğim olmamıştı hiç.
Biraz sakinleyince odanın içine doğru ilerledim. Oldukça geniş bir yerdi. Çoğu hastane odasında olduğu gibi hafif bir ilaç kokusu vardı. Bembeyaz bir odaydı. Duvarlar, yerler, tavan... Tek renk oradaki yatak demek isterdim lakin o bile beyazdı. Hem de önlüğüne kadar. Rüyamdaydık sanki. Defalarca yaşadığım bir anı yaşıyordum tek farkla sanrım hiç görmediğim bir haldeydi.
Yanına doğru gittim. Eline dokundum yavaşça. Soğuktu. Ama hissedebiliyordum bileğine yakın bir yerde ritim tutan nabzı.
Yakınındaki sandalyeyi yatağın dibine çektim iyice ve bedenimi üstüne bıraktım. Şimdi ne olacaktı peki?
O, gerçekten vardı. Benim 'sanrım' değildi. Delirmemiştim. Bunları teyid ettiğime göre gitmeliydim belki de. Onun yaşayan bedeni beni tanımayabilirdi. Hatta hiç uyanmayabilirdi.
Düşünceler ardı ardına birbirini kovalarken gözlerim usulca kapandı. Bedenimin rahatladığını hissettim. Ardından huzursuz bir his kapladı herbir yanımı. Boğuluyordum resmen. Önüm kapkaranlıktı. Tek bir ışık hüzmesi dahi yoktu. İnatla koştum. Önümü göremesem de peşimde bir canavar varmış gibi nefes nefese kalana kadar koştum. Sonunda bedenim dayanamadı ve dizlerimin üstüne çöktü. Kabus gibiydi. Buradaki her şey 'ölüm' kokuyordu.
Adım sesleri duydum. Her şey yankı yapıyordu sanki. Kafamın içinde sonsuza kadar süren bir işkence gibi. Yüzümü buruşturdum. Durana kadar yerimden kıpırdayamadım bile.
"Neden buradasın sen?"
SANRI
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SANRI
Genç KurguHer şey onu görmemle başladı. "Hayal et." O, biriydi. Zihnimin kuytu köşelerinde bile kendi krallığını kurmuş her gözümü kapatışımda karşıma çıkan, biriydi. Felaketim. Umudum. Nefesim. Aynı anda birçok şey olmuştu. Beni iyileştirdi. Sonra ise...