Kalbi çarpıyordu.
Hastur tuzağa düşmüştü (şimdilik), cehennem hala peşindeydi ama en azından bir adım önde başlamıştı.
Aziraphale'e herkesten önce ulaşması gerekiyordu.
Aziraphale'e ulaşabilirse planın bir sonraki aşamasını çözebilirdi. Bu ister kaçmak, ister saklanmak, ister başka bir galaksiye doğru kaybolmak olsun şu anda önemli olan tek şey Meleğin onunla gelmesini sağlamaktı. Bu birinci adımdı.
Aziraphale'i aradı. Cevap yok.
Sorun yok. Belki bir müşteriyle meşguldür. Belki çay içiyordur. Belki telefonu çalışmıyordur.
Belki o...
Crowley'in midesi, kitapçıdan yükselen dumanı görünce, uzun hortumlu itfaiyecilerin içeride hala devam eden alevleri yatıştırmaya çalıştığını görünce sarsıldı.
Dışarıda Aziraphale'den hiçbir iz yoktu.
Lütfen, lütfen, lütfen...
Crowley dışarıda itiraz edip söylenen insanları görmezden gelerek içeri koştu. Parmaklarını şaklatmasıyla kapılar arkasından kapandı.
Etrafa baktı. Kitapçının her santimi yanıyordu. Aziraphale'in tüm sevdiği kitapları, orada birlikte paylaştıkları tüm anılar, her şey alevler içindeydi-
Aziraphale. Aziraphale neredeydi?
"Aziraphale!" diye seslendi Crowley, "Aziraphale hangi cennettesin seni aptal! Seni bulamıyorum!"
Yanıt yoktu. Nerede olabilirdi? Crowley'in kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu.
"Aziraphale! Tanrı- Şeytan, ah! BİRİLERİNİN ADINA, neredesin?!"
Pencereden fışkıran su, pencereyi parçaladı, Crowley'in göğsüne çarptı ve onu yere fırlattı. Kendine geldiğinde gözlüklerinin parçalanmış, erimiş bir halde yanında durduğunu gördü ama bunların hiçbirinin önemi yoktu.
O gitti. Aziraphale gerçekten ama gerçekten gitmişti.
Birisi benim en iyi arkadaşımı öldürmüş.
Alevler yaklaşıyordu. Bu bir rüya değildi. Bu bir rüya olamazdı. Aziraphale gitmişti. Ona gerçekten değer veren, gerçekten sevdiği tek varlıktı ve onu da kaybetmişti. Çok geç kalmıştı.
Gerçekten dünyanın sonu geliyordu.
Kendi çığlığını duyabiliyordu ama yüksek sesle çığlık atıp atmadığını anlayacak kadar farkında değildi. Onun her parçası, özüne kadar çığlık atıyordu. Hava duman ve külden ağırdı ama yine de bunların hiçbirinin önemi yoktu. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Dünyanın sonu gelmek üzereydi ve onu kaybetmişti.
O yalnızdı.
Crowley kırıldığını hissedebiliyordu. Gözyaşları durmadı ve tekrar çığlık atmaya çalıştı ama ses çıkmadı.
Sadece kükreyen alevlerin sesi vardı.
Özür dilerim, canım, çok özür dilerim. Bilmeliydim, daha önce görmeliydim. Lütfen geri dön. Ben buradayım, hemen geri dön.
Crowley, Aziraphale'in sesini duyduğuna yemin edebilirdi; sanki burada, her şeyin sonunda evrenin ona oynamayı seçtiği acımasız bir oyu gibiydi.
Geri dön Crowley, lütfen artık. Lütfen!
Yapabilmeyi diledi. Kendini bu gerçeklik kabusundan kurtarmayı diliyordu ama uyanacak hiçbir şey yoktu. O yalnızdı. Dünyanın sonu geliyordu. Veda etme şansı bile olmamıştı.
Lütfen, aşkım, uyan. Sorun değil, seni tuttum.
Dünya artık soluyordu ve Crowley bunun gerçekten son olup olmadığını merak ediyordu.
Aniden etrafına sarılmış güçlü kollarla kaldırıldığı hissine sarsıldı.
Bu kadar. kolay, şimdi. İyisin.
Crowley bu garip duyguya teslim olarak gözlerini kapattı. Onları açtığında evdeydi. Hala masasındaydı. Aslında beline dolanmış bir kol ve alnının üzerinde onu yerinde tutan nazik bir el vardı.
Tutuşu hemen tanıdı.
"...Aziraphale?"
Melek rahat bir nefes aldı. "Evet! Evet, benim, Crowley, buradayım."
*29.10.2023*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rest Of Their Lives: To Sleep, Perchance To Dream / Crowzire
Fanfiction*Rest Of Their Lives serisinin ikinci kitabıdır. *Tamamlandı *Çeviridir *** Sonunda sürüklenip gittiğinde, yalnızca yanan bir kitapçı dükkanı ve dünyanın sonunu hayal etti. O zamandan beri neredeyse her gece kabuslar görmeye başlamıştı. Bazı gece...