18. Bölüm: İhanet.

13 1 0
                                    

Kürşat'ın Anlatımıyla

"Yansın zaten yanıyor, bir boşluk var yeri dolmuyor.

İçimde Fırtına'n kopuyor

Kopsun."

Olay yerinden sonra karakola dönmem gerekmişti, otopsi yapıldığında ilk işim hastaneye gitmek olacaktı çünkü saatler önce gözlerimle görüp okuduğum notta yazan şey hafife alınacak bir şey değildi. Ya öleceğini bilerek bir not bırakmış ya da birisi bir ipucu bırakmıştı. Karakolda bir ton iş vardı fakat kendimi bu olaya odaklamaktan alıkoyamıyordum.

Karakola geldiğimde herkes Ayla ile tanışmıştı, mola vermiş bir şeyler yiyorlardı ve Güneş de hala buradaydı, bizim için sorun olmuyordu burada durması, zaten abimin de oldukça hoşuna gidiyordu. En azından birilerimiz mutluydu, Efnan ve ben de mutlu olabilirdik tabii onu ellerimden almasalardı.

-Kürşat hoş geldin, otur sıcak bir şeyler iç. Neler oldu olay yerinde?

Bengü'nün sesiyle kendime gelirken Güneş'in yanına oturmuştum, Ayla çekingen gözlerle bana bakarken masadan kalkıp gittiğinde önüme dönmüştüm. Ben arkama yaslanırken çok geçmeden Ayla elinde sade kahveyle yanıma gelmiş, fincanı önüme bırakıp gülümsemişti.

-Afiyet olsun, bu soğuk havada iyi gelir.

Gülümseyerek karşıma otururken hafifçe gülümsemiştim.

-Teşekkür ederim Ayla.

Kahvemden bir yudum alıp dikleşmiştim. Ayla ise pür dikkat bana odaklanmış, elini çenesine koymuş bir şekilde beni izliyordu.

-Gittim olay yerine gitmesine de... olaylar tahmin ettiğimizden daha da boktan bir halde.

Dişlerimi birbirine bastırırken abime dönmüştüm.

-Emrah çok kötü bir şekilde dövülüp denize atılmış, hiçbir kamera kaydı yok fakat cebinde bir kâğıt bulduk. Islanmış tabii, gözükmüyor ne yazdığı ama çözmeye çalışacaklar.

Herkes dikkatle beni dinlerken Güneş elimi tutmuş dolu gözlerle bana bakmıştı, bu konular açıldığında daha da çok vicdan azabı çekiyordu.

-Ege'yi öldürdüğü gibi Efnan'ı da öldürmüş olabilir mi? Her şey sonuçta benim yüzümden başladı, Efnan geldi... kurtardı beni hatta katil bile oluyordu.

Güneş'in gözyaşları yanaklarından süzülürken dudaklarından bir hıçkırık kaçmıştı, kendimi tutmaya çalışıyordum hem Güneş'e hem de Efnan'a bunları yaşatanları ellerimle gebertmek istiyordum. Güneş bana sarılırken onun saçlarını okşamıştım.

-Senin suçun yok, suçlama artık kendini.

Abim Güneş'i alıp lavaboya giderken önüme dönüp iç çekmiştim.

-Bir not daha bulduk, kumların hemen orada, cesedin bulunduğu yerde... intihar değil cinayet olduğu yazıyordu, hepiniz dikkatli olmalısınız ve en ufak bilgide, şüphelendiğiniz ne varsa bana ya da Anıl komisere bildirin, kolay gelsin hepinize.

Bir hışımla kalkmıştım masadan, öfkemi kontrol etmekte oldukça güçlük çekiyordum şu sıralar. Lavaboya girmiş elimi yüzümü yıkarken derin bir nefes almıştım, gerçekten de Emrah Efnan'ı da öldürmüş olabilir miydi?

Yıllarca peşine düştüğüm it herif aslında o olabilir miydi?

Gözyaşlarıma hâkim olamazken sinirle yumruk yaptığım elimi karşımdaki aynaya geçirmiştim defalarca. Öfkeyle bağırırken paramparça olup her yerine kan bulaşmış aynaya bakmıştım. Kırık parçalardan kendimi görmem zor değildi, saçlarım dağılmış, gözlerim kızarmıştı. Gözyaşlarımı elimle silerken kanayan elimi umursamayıp lavabonun kapısını açtığım an bir çift gök mavisi gözle karşılaşmıştım. Ayla endişeyle bana bakarken elimden akan kanları görünce eliyle ağzını kapatmıştı.

-Komiserim, eliniz... iyi misiniz?

Dolu gözlerle bana bakarken topladığı saçlarındaki beyaz fuları hızla elime sarmıştı, ağzımı açıp bir şey söyleyememiştim.

-Gelin lütfen, yaranıza baktıralım derin olabilir.

Oysa elimdeki yaradan daha da derinleri vardı kalbimde, onlar nasıl geçecekti?

Onların da bir ilacı var mıydı, hiç sanmıyorum. Ayla elimi dikkatlice tutup revire ilerlemişti, garip hissetmiştim kendimi daha Efnan bile böyle tutamamıştı ellerimi, hiçbir şey yaşayamamıştım onunla, öldürülmüştü Efnan tam da dört yıl önce bugün. Sinirden bedenim kaskatı kesilmişti, gözyaşlarım durmadan akarken elime sarılı olan kanın kırmızıya boyadığı fulara bakıyordum sessizce.

Ayla ilk yardım çantasını getirip beni koltuğa oturttuğunda önümde diz çökerek fuları çıkartmıştı, o pamukla tüm yarayı temizlerken yüzümde tek bir mimik oynamamıştı, düşünebildiğim tek şey Efnan'dı, hissedebildiğim tek şey kalbimdeki acıydı.

Ayla elimi sargıyla sardığında hiçbir şey demeden çıkmıştım karakoldan, arabama binip gitmek istediğim, olmak istediğim tek yere mezarlığa gitmiştim. Efnan'ın yanına geldiğimde adımlarımı yavaşlatmıştım. Yağmur başlamıştı tekrar, hiç durmayacak gibi hızla yağıyordu. Sabah bıraktığım kabanım hala yerinde duruyordu, dakikalar içinde sırılsıklam olurken gözyaşlarımda yağmurla beraber akıyordu yanaklarımdan. Yere dizlerimin üzerine bırakmıştım kendimi, acım yıllar geçtikçe artıyor, omuzlarıma koca bir yük oluyordu artık. Hıçkırıklarım tüm mezarlıktaki tek ses olmuştu, orada öylece hiç konuşmadan ne kadar ağlamıştım bilmiyorum fakat hava kararmış, yağmur yavaşlamıştı. Çalan telefonumla başımı kaldırırken yerden kalkmıştım yavaşça, telefonu elime almıştım birçok mesajın ve cevapsız aramanın olduğunu görmüştüm hepsi ya Güneş'ten ya da abimdendi.

Dudaklarımı soğuk ve ıslak olan mezar taşına bastırıp gözlerimi kapatmıştım.

-Tekrar geleceğim, görüşürüz Çoban Yıldızım... görüşürüz.

Sakin adımlarla mezarlıktan çıkıp arabama binmiş, yolda abimi aramıştım hemen açmıştı telefonu.

-Kürşat, nerelerdesin oğlum sen beni delirtmek mi istiyorsun? Bir hışımla çekip gitmişsin, elini yaralamışsın neredesin sen?

Abimin endişe ve hafif kızgınlıkla sorduğu sorularla iç çekmiştim.

-Bana iyi gelen tek yere gittim abi, Efnan'a gittim.

Telefonda bir süre sessizlik oluşurken dudaklarımı yalayıp arabayı sürmeye devam etmiştim.

-Kürşat, hadi üzerini değiş de sana atacağımız konuma gel tüm ekip yemek yiyeceğiz.

Güneş'ti bu defa konuşan reddetmek için dudaklarımı araladığım esnada abim söze girmişti.

-Hayır demeni bir cevap olarak kabul etmiyoruz, orada görüşürüz.

Telefon kapanırken bıkkın bir nefes vermiştim, zaten varmıştım eve. Arabadan inmiş, çoktan telefonuma bir konum gelmişti, hızlıca eve girmiş, üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup sıcacık bir duş almıştım. Belime havlu sararak duştan çıkmıştım, üzerime giyinmek için siyah bir gömlek ve yine siyah bir pantolon çıkartmıştım, hepsini üzerime geçirip gömleğimin birkaç düğmesini açık bırakmış ve üzerime deri bir ceket giyinmiştim. Saçlarıma şekil verip parfüm sıktıktan sonra aynadaki görünüşüme kısaca bakmış ve evden çıkmıştım. Arabama binip bana attıkları konuma sürerken bir şarkı açmıştım, keyfim oldukça kaçık olsa da Güneş'e de abime de hayır diyemiyordum. Bir evin önünde durduğumda kaşlarımı çatarken kemerimi çözüp arabadan indiğim esnada evin kapısı açılmıştı. Dikkatimi çeken ilk şey onun mavi gözleri olmuştu, sonrasında esen rüzgarla birlikte burnuma dolan o meyvemsi koku...

Yüzünde hafif bir makyajı vardı buna rağmen çilleri rahatlıkla görülüyordu. Üzerinde turuncu çiçekli bir elbise vardı. Bakır rengi saçları dalgalı dalgalı göğüslerine dek iniyordu.

Gözlerini bir an benden ayırmazken hafifçe tebessüm etmişti, neden onunla her göz göze geldiğimde içim garip oluyordu bilmiyordum, sanki Efnan'a ihanet ediyormuş gibi hissediyordum, onu aldatıyormuş gibi. Oysa karşımdaki hiç tanımadığım ama ilk görüşte bir çocuk kadar saf ve temiz olduğunu gözlerinde gördüğüm bir kızdı, bu kız Ayla'dan başka birisi değildi.

Ben Efnan'dan başkasını sevemezdim, kalbim bu kadar yaralıyken ben bu kadar acı çekmişken bir başkasını sevmeye cesaret edemezdim, ihanet edemezdim sevgime. Ben Kürşat Yıldırımdım sözlerimi tutardım, ben babam gibi değildim, onu seven kadına ihanet etmezdim, etmeyecektim.

ÇOBAN YILDIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin