Lee Minho.
Kibirli Prens, kibrin ta kendisi.
Oldukça görkemli tacı alaycı bakışlarının altında ezilirken ve dudaklarındaki belli belirsiz gülüş onu şimdiye kadarki en korkunç şeytana dönüştürürken kendinden emin duruşuyla tam karşılarındaydı. Bakışlarında karşısındakini yetersiz hissettiren bir sertlik gizliydi. Kibirdi bu, elbette, tek bir bakış yeterdi günahını anlamak için.
Başında sanki yaratılışından beri varmış gibi sağlam duran tacı göz alıcıydı, Kibrin Prensi kadar olmasa da. Mükemmel görünüyordu. Diğer şeytanların aksine meleksi bir zarafeti ya da insanı kandırabilecek bir masumiyeti yoktu. Kötüydü, saf kötüydü ve en az yüz hatları kadar keskin ve netti şeytanlığı.
Katına giren kardeşini ve yanında getirdiği efsanelerden can bulmuş meleği umursamamıştı bile. Birer hiçmiş gibi davranıyordu onlara, önemli olan tek şey kendisiymiş gibi. Bir günah ancak bu kadar gerçek olabilirdi.
Üstelik cehennemden daha korkunçtu etrafta gezdirdiği ateş kadar sıcak ama üşüten gözleri. Diğer şeytanlara korkunç mu demişti Felix? Lee Minho'yu görmeden önce herkes böyle düşünürdü. Fakat onun karşısında ise kibirli gülümsemesi yüzünden titrememek mümkün değildi.
Gözleri diğer şeytanların aksine alevlerinden parçalar taşımıyordu, simsiyahtı. Bakışlarında yer edinen kibir siyahı, hiçliği andırıyordu. Prens, sonsuz bir korku uyandırıyordu yalnızca varlığıyla.
Alt katlarına indikçe daha da kötüleşen cehennem ise prensini tanıyor olmalıydı ki sakindi. Alevler hırçın değildi, taşmıyorlardı kuyularından. Sanki Minho'nun ruhuyla yaratılan ateşler bile korkuyordu ondan. O yalnızca katının prensi değildi, sahibiydi aynı zamanda. Çürümüş kalbini öyle büyük bir kibir doldurmuştu ki bir tutuyordu kendini Tanrı'yla, Tanrı olmuştu kendi dünyasına.
Hwang Hyunjin ise biliyordu sınırlarını, konuşmuyordu bile. Kendinden emindi, duruşu hâlâ dikti ve korkmuyordu, yine de tedbirliydi. Lee Minho'nun katında sınırları aşmaması gerektiğini çok iyi biliyordu.
Ve Kibirli Prens, kırmızı çizginin kendisiydi.
"Hwang Hyunjin ve Lee Felix." diye mırıldandı, ellerini arkasında birleştirmişti ve adımlarını süsleyen asaletini onlara yöneltmişti. "Tanrı'ya karşı gelecek mucizevi çiftimiz," Alayla güldü. "Ne uyumlu isimler. Bir tanrı ve tanrıça ismi gibi."
Şehvet Prensi başını yana eğerek baktı kardeşine. Konuşmadı ancak soru işaretleri katın prensine çoktan ulaşmıştı. "Ah, Hwang, kendine çok güveniyorsun ama aptalın tekisin." Şehvet Prensi birkaç adım öne çıktı. Çok çabuk sinirleniyordu, Lee Minho ise öfkesini umursamayacak kadar emindi kendinden.
"Hadi ama Hyunjin, ben senden öne yaratıldım. Saygılı ol biraz." Hyunjin hafifçe güldü, çoktan tutuşmuştu gözlerindeki alevler. "Evet, adelfós. En büyük günah da benim, unutma, senin günahın da var kanımda. Haddini bil biraz, unutma senden güçlü olduğumu."
Ateşlerden gelen çıtırtılar arttığında Kibir Şeytanı'nın da sinirlendiğini anlamıştı melek. Oysa şeytan bu durumdan memnun görünüyordu, eğleniyordu sanki. Hyunjin'in bir tutam saçı alevlerden payını aldığında ise bu eğlencenin çok sürmeyeceğini fark etti. Ancak ikisi arasındaki gerginliği bozacak bir ses duyuldu. Cehennem kapısı açıldı ve içeri üçüncü bir şeytan girdi.
Açgözlü Prens, Han Jisung.
Her zamanki abartılı referanslarından birini yaparken içten bir gülüş yerleşti dudaklarına. "Oh, sizinle yeniden karşılaşmak ne güzel, meleğim." Kendi katındaki rahatsız edici tavırlarından eser yoktu, dokunmamıştı meleğe. Doğrudan katın sahibine gitti, gözleri Kibir Prensi'ndeydi. Kanatsız Melek rahatladı, derin bir nefes aldı ve şeytanının yanına gitti. Burada bulunmak her göz kırpışında daha çok ızdırap veriyordu ruhuna.
Han Jisung katın prensinin koluna dolanmış parmaklarını izledi bir süre. Tenlerinin uyumunda kaldı gözleri. Güldü sonra, prensin gözlerine bakarak kahkaha attı. Lee Minho da eşlik etti ona. Kabus gibiydiler, yan yana gelen güzellikleri unutulmaz bir kabusu andırıyordu. Kaçmaya cesaret edilemeyen ve sonsuz bir acıyla sarmalayan bir kabus.
"Biz ilk olacağız gizlice, savaşan ise siz olacaksınız. Biraz da bizim uğrumuza." dedi açgözlü prens. Söylediklerini anlamak mümkün değildi. Sanki iki prensin arasında onlara özel bir dil vardı ve Tanrı bile anlayamazdı onları. Hyunjin ise rahatsızdı, bildiği şeylerin yetersizliği sinirlendiriyordu onu.
"Ne gördün?" dedi fısıltıyla. Oysa oldukça sertti sorusu. "Hiç," dedi şeytan omuz silkerek. Ardından sarıldı kibirli olana. "Ateşler başka bir kehanet getirdi sadece." Minho başını eğip güldü. "Bilirsiniz, prensim, ateşlerin fısıltısını başkalarına anlatırsan sana küserler." Dudaklarını büzdü abartıyla. Şehvet Prensi'nin saçları yeniden ateşine bulandı. Minho'nun bakışları meleği buldu, acıyordu ona.
"Ateşten gelen kehanetlerin geleceğin kötü yanını gösterdiğini de bilirim, Han. İçimizde ateşlerle konuşabilen tek kişi sensin, öyleyse Minho'nun bilmesi sorun değil mi cehennemin için? Küsmesinler sonra sana." diyerek taklit etti kardeşini.
"Kehaneti onun için gönderdiler, prensim. Endişelenmeyin, görevim buydu."
Kapı bir kez daha açıldı gürültüyle. Bir grup melek attı adımını cehenneme, korktular yanmaktan ama yine de yürüdüler ateşe. Açgözlülüğün Prensi dönüp bakmadı bile onlara, bakışları yanındaki prensteydi. Yaratılışına tersti, günahı tersini emrediyordu ona. Han Jisung nasıl içinde yükselen duyguya karşı gelebiliyordu? Garip şeyler olacaktı, tahmin etmesi çok güç değildi. Kehaneti sordu Şehvet Prensi yeniden, yaklaşan geleceğin meleğiyle bir ilgisi olup olmadığını öğrenmeliydi. Savaş bu kadar yakın mıydı?
Açgözlü olanın belini sardı Kibrin Şeytanı. "Ah, bunu herkes bilir." dedi önemsiz bir şeyden bahseder gibi. "Açgözlü birinin gözünü yalnızca kibrin kendisi doyurabilir. İki şeytan için ise yasaklar önemsizdir."
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
red lights | hyunlix (ARA VERİLDİ)
FanfictionYedi cehennem prensi, bir ve tek eril melek. Bir kehanet, ortak yazılmış kader ve aşktan kopan kıyamet. Hwang Hyunjin, Şehvet Prensi. Ve Lee Felix, meleklerin sudan güzeli. "Kırmızı ışıklar ve yakıcı alevler... İşte evin, küçüğüm. Meleğin doğuşuna ş...