Felix, cehennemde öfkeyle dolanıp duruyordu. Geçen her saniye her şey biraz daha anlam kazanıyor, onun aleyhine işliyordu. Kabul etmemişti şeytanla aynı yatakta uyumayı. Şimdiyse alevlerin arasında sakinleşmeyi bekleyerek hızla yeri eziyordu.
Şeytanın kendisine ne kadar sinirli olduğunu biliyordu. Hyunjin'in kırmızıya dönen gözleri onu ele verirken Felix'in kanatları ise çırpınarak çıkarmıştı sinirini. Şeytanın dokunduğu meleklerle aynı yatakta uyumak istememişti. Cehennemde olması bile, ne kadar onun elinde olmasa da, Tanrı'ya karşı gelmesi anlamına geliyorken bir de o günahı işlemeyecekti; şeytanın koynuna girmeyecekti. Hyunjin bu kadar kirliyken olmazdı.
İçinde bir cehennem çukuru gibi dolan öfkesi biraz da kendineydi. Şeytanın tek fısıltısıyla yedi ölümcül günahı işlediğine inanamıyordu. Belki de artık hak etmiyordu cenneti. Yedi günahla işaretlenen biri çıkabilir miydi ki cehennemden?
Sonra aniden ve biraz da, çok fazla, bir öfkeyle hareket ederek başındaki tacı çekti saçlarının arasından. Kendisi için yaratılan tahtın üstüne koydu, bunun altında yatan anlam büyüktü.
Beklenmedik bir karar vermişti, içindeki Tanrı sevgisi, günahın çekiciliğinden ağır basıyordu. Cenneti hak eden biri olarak cehennemde yaşamayacaktı. Evet, Felix buradan kaçacaktı.
Arkasında bıraktığı tahta ve kendisine sunulan hayata son kez baktı. Sırtını döndüğü sınırsız güç onu sadece bir anlığına tereddüte düşürdü. Oysa melek, kendisini gizleyen Tanrı'sına güçten çok daha bağlıydı.
Etrafta gezdirdi gözlerini. Kimse yoktu. Doğru ya, diye geçirdi içinden. Hwang, yalnız biri. Kardeşlerinden başka kimsesi yok, onlardan da ayrı yaşamak zorunda. Ah evet, Hyunjin gerçekten de yapayalnız.
Kalbinde bir yerlerde, çok-çok gizli bir yerde ufak bir kırığın sesini duydu. Ruhunun şeytana bağlı kısmı üzüldü ona, yanında olmak istedi. Normaldi bu his, değil mi? Ruhunun birlikte yaratıldığı kişiyi bırakmak istememesi normaldi, tek sebebi kaderdi. Öyle olmasını umdu.
Çünkü aksi takdirde, ölü kalbinin bir köşesinde ona karşı oluşmaya başlayan ufacık bir duygu bile, hatta hissettiğini reddettiği o aidiyet bile tüm kararlığını bozabilirdi. Bu yüzden, kesinlikle, kalbindeki ağrının tek sebebi kader olmak zorundaydı.
Gidiyordu. Hyunjin'in ona sunduğu her şeyi reddediyor ve gidiyordu. Şeytanın ona layık gördüğü Şehvet'ten yapılma Şehvet Prensi'nin kutsal tacını da bırakmıştı işte, tahtı gibi. Lee Felix, gerçekten her şeyden vazgeçiyordu.
Tereddüt etmese de kalbindeki yangın o kadar büyüktü ki adım atacak gücü bulamamıştı kendinde, çıkışa kadar kanatları taşımıştı onu.
Ve cehennemin kapısına geldiğinde, işte o zaman, ne yapacağını bilemedi. Gitmesi gerektiğinin farkındaydı ancak bastıramadığı iç sesi Hyunjin'in yanında kalması gerektiğini söylüyordu.
Yine de gitti.
Bu kadar kolay olmasını beklemiyordu fakat elini kaldırdığı an açıldı kapı. Sanki cehennem de istemiyordu burada olmasını.
Hızla ve şeytanlarla karşılaşmamayı umarak geçti her katı. Her kat bir diğerinden acıklı, geçmesi daha zordu. Güçlükle Han'ın katına geldiğinde ise ne kanatları taşıyabildi bedenini, ne de dik tutabildi omuzlarını. O an anladı, her şey için çok geç olduğunu.
Ve o an fark etti, fısıltılara çoktan aşık olduğunu.
Ancak arkasını döndüğünde ve şeytanıyla karşılaştığında kalbi öyle çok acıdı ki kırmızı harelerde tutamadı bakışlarını, korktu. Hissettiği duygulardan ölesiye korktu.
Tanrı'ya olan bağlılığı kaderinde olan aşkın önüne geçemedi, fark ettiğinde ise çok geçti. Zira şeytanın başındaki taç, başından beri şeytana ait olan o taç, şimdi Felix'e çok ağır hissettiriyordı. Saçlarındaki öfke kırmızısı, meleğin kalbini çok-haddinden fazla kırıyordu.
Şeytan güldü tacındaki bakışları gördüğünde. Güldü ancak öfkenin altında yatan kırgınlığı gizlemek için öylesine ve sahte bir gülüştü bu. Çünkü o gün kaderindeki kutsal aşka erişen tek kişi Felix değildi.
"Tacıma mı bakıyorsun, melek?"
Bir damla yaş düştü meleğin mavi gözlerinden. "Meleğim" demeyişine bile kırılacak kadar alışmıştı şeytana ya da "meleğim" deyişinde gizliydi ona duyduğu hayranlık. Bu muydu aşk? Bu muydu kaderindeki altın yaldız?
"Bundan sonra bu taca asla dokunamayacaksın, Felix. Elinin tersiyle ettiğin şansı bir daha bulamayacaksın. Beni reddettin, aynı teklifi ikinciye yapmayacağım. Madem istemiyorsun, anáthemá to, öyleyse seni zorlamayacağım. Cehennemden kaçmaya mı çalıştın? Öyleyse cezan, cehennemde kalmak için yalvardığında burada yer bulamayacak olman olacak."
Sustu melek, cevap vermedi. Şeytan çok öfkeliydi. Aniden bağırdığında ise, melek yerinden sıçradı. Artık titriyordu her bir yanı.
"Ben," diye bağırdı şeytan. "Ben sana layık olmaya çalışıyorum! Deniyorum." Kırgınlık kırıntılarını sonunda hisseden Felix, pişmanlıkla başını eğdi. Üzgündü. Çok ve saf bir üzüntü sarmıştı kanatlarından başlayarak dört bir yanını.
"Bir melek ve bir şeytanın bir arada olabilmesi için fedakarlıklar gerekiyor, Felix. Sen o çok sevdiğin Tanrı'na benim için karşı gelmeyeceksin, biliyorum. Bu yüzden ben kendimi değiştirmeye çalışıyorum. Gáma se, bir şeytan ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi olmaya çalışıyorum! Ben, ilk defa kaderime boyun eğip sana alışmaya başlıyorum."
Sonunda düştü sesi, kalp kırıkları canına batmaya başlamış gibi yüzünü buruşturmuştu. Fısıldadı, bu kez hiçbir kötü amaç barındırmadan ve prens oluşunu bile umursamadan fısıldadı.
"Ben kaderime değil, sana boyun eğiyorum."
O gün, cehennem bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldı gerçekle. Melek ve şeytan ise kabullendi sonunda, yaratılışlarından beri kalplerinde bulunan aşkı.
Ve cezasını verdiği melek için gücünden vazgeçen şeytan ilk kez ağladı aşkı uğruna. İşte kıyamet kopmaya başlamıştı; kaçınılmaz son, kesinlikle, yaklaşıyordu.
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
red lights | hyunlix (ARA VERİLDİ)
FanfictionYedi cehennem prensi, bir ve tek eril melek. Bir kehanet, ortak yazılmış kader ve aşktan kopan kıyamet. Hwang Hyunjin, Şehvet Prensi. Ve Lee Felix, meleklerin sudan güzeli. "Kırmızı ışıklar ve yakıcı alevler... İşte evin, küçüğüm. Meleğin doğuşuna ş...