İnsan denilen varlık Enco'nun ve Zaşa'nın bulunduğu yerden beni alıkoyduktan sonra sürüklemeye devam etti. Her girdiğim yeri aklımda tutabilmek için dikkatle bakıyordum ancak o kadar hızlı geçiyorduk ki çoğu şeyi unutmuştum ile.
"Yolculuk nasıl gidiyor mambacık?" Bu insan neden bu kadar inatçıydı anlayamıyordum. Tısladım, beni anlamayacaktı ki sinirlenmiştim. Bu gereksiz iletişim kurma inatları nereden geliyordu. Başka bir şekilde iletişim kurmaya çalışmalıydık kendi dillerimizle anlaşamıyorduk. Bana kötü bir şey söylüyorsa bile ben anlamadığım için karşılık veremiyordum.
İçinde konakladığım konforsuz nesneyi bir zemine bıraktı. Yumuşak bir şekilde düştükten sonra etraftaki daha çok insanı incelemeye başladım. Daha çoklardı. Hepsi aynı aileden geliyor olmalıydıklar, bu durumda kendimle bir özdeşi kurmuştum. Bizim gibi farklı annelerden doğmuş ancak birbirleriyle kan bağına dahip canlılardı.
Garip bir biçimde onlara düşmanlık besleyemiyordum. Bu bana henüz zarar vermediklerinden dolayı olabilirdi. Kardeşime, Enco'ya ve bilmediğim başka akrabalarıma zarar vermiş olsalar bile...
Doğumumdan beri bir şeyler ters gidiyordu.
"İşte geldik, şimdi bize yardımcı olman gerekiyor..." Başıma dikildiler, kendimi hangi gözden görmem gerekiyordu? Saydım, beş kişiydiler. Gökyüzünü, sarı güneşin halkalarını, akşam batışındaki griliği... Hepsinin gözlerinde bunları gördüm. Renkleri en çok gösterdikleri duyguları farklıydı. Değişik ama etkileyiciydi. Benim hissettiklerimi hissetmişler miydi? Birbirimizin gözlerinin içinde kendi bedenlerimizi seçebiliyorduk.
"Ne güzel gözleri var değil mi? Derin bir kuyuya girmişim gibi. Çok uzun zamandır bir mamba görmüyordum. Nesilleri tükendi sanıyordum..."
"Ah, kesinlikle ben de öyle sanıyordum. En son National Geographic belgesellerinden takip ediyordum. Şimdi böylesi güzel, gelişmekte olan bir yavruyu görebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum..."
İnsan irkildi, birbirlerine heyecanla bir şeyler söylüyorlardı ve kanata benzettiğim (elleri ve kolları) vücutlarına yapışık organları durmadan hareket ediyordu.
"Diğer mamba bundan daha iriydi değil mi?"
Kadın olan adamı onayladı. Blue, bölgenin en iyi hekimi olan Sandra'nın bilgi hazinesine çok güvenirdi. Kendisi bir Jeoloji mühendisiydi ancak zoolojiye ayrı bir hayranlık beslediğinden bulundukları araştırma merkezinde kendi alanında araştırma yapacak birisine ihtiyaç olduğunu duyduğunda hemen başvurusunu yapmıştı. Ortalaması ve kariyeri iyi seviyedeydi, çok geçmeden telefonları çalmıştı.
Şimdi bu gelişmekte olan mambanın zehirli özünü incelemek üzere Sandra'ya yardımcı olacaktı. Hayvanlardan çok şey öğrenmişti. Her geçen gün öğrenmeye devam ediyordu. İnsanlar hayvanların dilinden anlamaz yargısı kafasından silinmiş yerine, "Onları anlamak için aynı dili değil, aynı hisleri paylaşmak yeterli," yargısını edinmişti.
"Sandra, bu küçük mambadan öz alabilecek miyiz? Diğeri biliyorsun zorlamıştı bizi, fiziği daha gelişmiş olmasına rağmen özü kolay çıkaramadı..."
Sandra kemikli gözlüğünü düzelterek camın ardından kendini inceleyen mambaya gülümsedi.
"Uyumlu bir yılana benziyor, bizi zorlamayacaktır. Baksana hem ürküyor hem de bizi tanımaya çalışıyor..."
"Sen tedbiri elden bırakma Sandra," dedi Blue. Yılanların tıpkı insanlar gibi dengesiz bir ruh haline sahip olduklarını biliyordu. Daha önce birçok yılanla çalışmıştı, çalıştıkları mamba değildi ancak sakin görünen birçok yılanın insanı tehtit olarak algıladığında saldırganlaşabildiğini, bazı bilim adamlarını felç ettiğini ve az kalsın arkadaşının ölümüne sebebiyet vereceğini görmüştü. BUnu gördükten sonra eski iyi niyetli bazı düşünceleri tamamen değişmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA MAMBA
Short StoryBir Mamba'nın doğuş, yaşayış ve varoluşunun mücadelesi. "Bir hayatı yaşamak yalnızca insanoğluna ait değildir." Otobiyografi. Tüm hakları göğüs kafesimin içinde saklıdır.