"İ wish he was able to get it but neither was i."
Elimdeki kahve kupasını dudaklarıma yaslarken pencereden dışarıyı izlemeye devam ettim. Gözlerim mükemmel derecede görünen şehir manzarasında oyalanırken, aslında zihnim çok daha başka şeylerle meşguldü.
Dün geceyle ilgili birçok düşüncenin saldırısına uğruyordum. Açıkçası, fazlasıyla zihnimi bulandıran geceden kesinlikle pişman değildim. Aslında sorun da zaten tam olarak buydu. Herhangi bir pişmanlık duymamakla kalmamış, yaşadığımız şeyler tarafından büyülenmiş ve hatta daha fazlasını ister olmuştum.
Bunların hepsi sadece bir gecede olurken, bu duygular beni tamamen ele geçirmeden önce ortadan kaldırmam gerekiyordu. Bu yüzden hâlâ yan tarafımda duran yatakta uyumakta olan adamın uyanmasından önce gitmeyi bile düşündüm. Ancak bunun bulunduğumuz durumu daha da kötüleştireceğinden endişelenmiştim.
Onunla aramızın kötü ya da limoni olmasını istemiyordum, özellikle de geçirdiğim gece için kesinlikle kötü hissetmezken. Sadece, aklımı fazlasıyla kurcalıyordu ve eskisi gibi kalmak tek istediğimdi.
Her şeye rağmen böyle olmamalıydı sonu. Ben böyle planlamamıştım en azından. Oysa baştan anlaşmamışmıydık eğlencede kalacağıyla ilgili?
Legion'ın tıslama sesini duyduğumda bakışlarımı onun bulunduğu yere, dün girmiş olduğu çekmeceye çevirdim. Resmen kınayan bakışlarıyla karşılaşınca kaşlarım çatılmıştı. "Ne var?" diye tersçe sorduğumda ise başı yavaşça hâlâ uyumakta olan Çavuş Barnes'a çevrilince, tehditkâr bir edayla işaret parmağımı ona doğru kaldırdım. "Sakın o yarım aklınla olmayacak şeyler düşünme, bir kerelik bir şeydi." Aynı bakışlar sürünce gözlerimi devirerek, "Git Legion," dedim. "Zaten kafamda binbir düşünce kol geziyor." Fazla düşünmekten beynim acıyordu artık.
Gözlerinde gördüğüm öfkenin kızıl remgiyle tavrıma sinir olduğu çok net anlaşılabilirdi. Yine de görünüşe göre benimle uğraşmaya gerek duymamış olacaktı ki, kıvrılarak çekmeceden yere sürünmüş ve aralık bırakmış olduğum kapıdan çıkıp gitmişti.
O gittikten tahmini bir dakika sonra duyulan eş zamanlı çığlıklarla homurdanmaya başladım. İnsanları korkutmaktan sinir bozucu bir zevk alıyordu gıcık yaratık.
Yataktaki hareketlenmeyle oluşan sesler kulağıma geldiğinde gergince ona döndüm. Yatakta oturur pozisyonda durup gözlerini ovuşturan adam doğrulunca, üzerindeki örtü kayıp uyluklarında toplanmıştı. Hâlâ çıplak olması gerçeği yutkunmamı sağlarken, yerde duran iç çamaşırını bacaklarının üzerine bırakıp, "Günaydın." dedim, birden kalkıp tüm direncimi kırmamı sağlayacak görüntülere engel olmaya çalışıyordum kendimce.
O da uykusunun açılması için ufak hareketlerle esnerken, "Günaydın." diye karşılık verdi. Esneme çabası bittikten sonra iç çamaşırını giymiş ancak zihnimi bulandıran üst vücudu için bir şey yapmamıştı. İç çamaşırını aldığım yerden pantolonunu alıp üzerine geçirdiğinde yapabildiğim tek şey tişörtünü de giymesini ummaktı. Ancak sanırım ayaklanıp bana doğru yürüyen adamın böyle bir niyeti yoktu.
Yanımda dikilip benimle birlimte dışarıyı izlerken ensemdeki tüylerin bir bir dikildiğini hissedince kadınsal iç güdülerime hakim olabilmek adına elimdeki kahveyi ona uzattım. "Kahve ister misin?" Dikkatimi başka yöne vermeliydim.
Gözlerimi vücudundan kaçırdığımı farkettiğinde dudakları alayvari bir tavırla hafifçe kıvrılırken başını olumlu anlamda sallamıştı. "Neden olmasın?"
Kahveyi elimden alıp bir yudum içtikten sonra, bir kenara bırakıp kolumdan kavradığı gibi beni kendine çekmesini beklemiyordum. Bu yüzden vücudum çıplak göğsüne çarparken bir anlığına nefessiz kaldım. "Bucky..."
Yakınlığımıza rağmen göz teması kurmamamla niyetimi ve düşüncelerimi anlamıştı ama yine de yüzündeki muzip sırıtış yerini koruyordu. "Tamam, anladım. Sadece bir kerelik bir şeydi. Yani..." Gözleri yavaşça dudaklarıma kaydı ve dün gece biriktirdiğimiz anılar zihninde canlanmış gibi dudaklarını ısırırken gözlerindeki arzu yoğunlaştı. "Banyoda geçirdiğimiz zamanla birlikte toplamda üç kere yapmış olsak da..."
Kollarının arasından çıkıp, "Devam edersek, durum ikimiz için de garip bir hâl alır." diyerek sırtımı duvara yasladığımda yüz ifadesi ciddileşmişti.
"Keşke diyecek kadar pişman mısın?"
İç çektim. Keşke sorunun bu olmadığını bilse diye geçirdim içimden ancak o an farketmiştim ben de, sorunun tam olarak ne olduğunu ben bile bilmiyordum.
"İyi ki diyecek kadar memnunum." Bunu söylememle bana bakış şeklini fark edince pişman olmuştum ama bilmesine izin vermeyerek gururunu incitmektense bunu uygun görmüştüm. Hem yalan söylemek pek bana göre değildi.
"Yani... Duygular yok diyorsun."
"Aynen öyle," dedim, bunun onun da işine geleceğini bilerek. "Daha önce benzer durumlarla karşılaştın tahminimce." Steve onun kendi zamanında Elvis kadar çapkın olduğunu söylemişti. Tabii derecesini anlayabilmem için de dakikalarca Elvis'i anlatmıştı.
"Evet," dediğinde, sorun yok gibiydi ama garip bir şekilde var da gibiydi ve ben anlamakta zorluk çekiyordum. "Ancak hakkımda söylenen her şeye böyle gözün kapalı inanırsan işimiz zor."
"Steve yalan mı söyledi yani?" diye sorduğumda dudaklarının kıvrılmasıyla alnıma vurdum. Beni kandırdığına inanamıyordum, ismi ağzımdan alabilmek için numara yapmıştı!
Birden eşyaların duvara çarpma sesi ve bağrışmalar kulağımıza gelince kaşlarımı çatarak ona döndüm. Yine neler oluyordu?
Bucky ise bıkkınca nefes vermişti. "Sanırım gitmeliyiz."
Birkaç bölüm sonra thanos kösesi geliyo hazır olun
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Moth To A Flame ~Bucky Barnes
FanfictionSmut warning ⚠️ Bir kehanet, sonsuzluk savaşı ve bir evrenin kurtuluşu.