dokuz

719 71 102
                                    



sorgulamanın, merak etmenin ve bir şeylerin geldiği yerleri merak etmenin karanlık noktalar olduğunu düşünenlerdenim. sorunlu kişiler sorgular demiyorum elbette hepimiz bir şeyleri sorguluyor ancak çoğunlukla cevap bulamıyoruz. bu normal elbette ancak varlığı sorgulamak ile yaşantıyı sorgulamak gerçekten bambaşka hissettiriyor. yine de söyleyebilirim ki en azından şu anlık ikisinin de bir ortak noktası bulunuyor. karanlık.

varlığını sorgulamanın karanlığa ve bilinmezliğe çıkması normal elbette. ancak şuan içinde bulunduğum karanlık sorgulamamdan kaynaklanmıyor. yani sönük sahne ışıklarının getirisi olan bir karanlıktan bahsediyorum. dakikalardır sorguladığım şeyler ise elbette yine birkaç dakika öncesine dayanıyor.

minhonun sarılışını, kokusunu, yumuşacık bakan gözlerini hala o andaymışcasına anımsıyorum. sorguladığım şeyler ise bizzat bunlar oluyor çünkü kalbimin atışının bile sakinleşmediğine yemin edebilirim. 'neden lee minho gözüme bu kadar güzel görünüyor?' 'neden birdenbire onun hakkındaki düşüncelerim bu denli değişebiliyor?' 'beni de mi manipüle ediyor?' bunun olmadığını biliyorum... ve en önemlisi de 'neden kalbim bu kadar hızlı atıyor?'

bu sorgulamaların adamı değilim ben, cevap arama peşinde de değilim sadece ilk defa hissettiğim şeyler gözümü korkutuyor.

"minho ne zaman çıkacak ya.." yanımda mırıldanan seungmine dönüyorum. geldiklerinden beri ağzımı bıçak açmıyor. omuz silkiyorum. saniyeler sonra perde açılıyor ve yüksek bir ses kulaklarımızı sarıyor.

minho sahnedeki deniz dekorunda bulunan bir gemi güvertesine adımlıyor. sert ve seri adımlarını incelerken dakikalar önce bana sarılışından sonra onu hemencecik görmemin, zavallı ve henüz bir şeyleri anlamlandıramayan kalbime iyi geldiğini sanmıyorum. "tanrım, sana söyledim stanley! bu geminin gidiş yönü belli, kaptanın kim olduğunu unutuyorsun bazen!" diyor. o sırada ona ne kadar odaklandığımı fark ediyorum ki arkasından gelen adamı fark etmiyorum. "kaptan jack.." minho bir anda sinirle ona dönüyor. "adım jack bile değil! karayip korsanlarında mı sanıyorsun kendini?" uyarlama bir tiyatro olduğunu biliyorum ancak güldürü ögeleri eklendiğinden haberim yok.

minho gerçekten bir profesyonel gibi görünüyor ve oyun bu şekilde devam ediyor. tek bir hata bile yapmıyor. dans bölümü başladığında gözlerimi kırpmadan izliyorum onu.

lee minho bütün vücudunu o kadar iyi kullanıyor ki sadece hayranlıkla izleyebiliyorum. aynı zamanda şarkıya bazı noktalarda eşlik ederken sesinin güzelliği tüm salonu büyülüyor.
sonra bir anda vokal kısmı kesilip sert bir müzik sesi yankılanıyor. lee minho sahnenin ortasına geçip breakdance'a başlarken kimsenin böyle bir şey beklemediği ortada. vücudu gerçek bir kıvraklıkla hızla hareket ediyor. aramızda 5-10 metre kadar bir mesafenin oluşu alnında parlayan terleri dahi görmeme sebep oluyor.

hafif aralık dudakları, canlı bakışları hızla inip kalkan göğsü... lee minho gerçekten bir tanrı gibi görünüyor.

oyun bittiğinde ne kadar süredir nefesimi tuttuğumu dahi bilmiyorum. kusursuz bir biçimde yapıyor her şeyi ve büyün salonun ayakta alkışlaması da her şeyi gözler önüne seriyor.

oyuncular selam vermeye başladıklarında en sonda minho geliyor. o geldiğinde alkış seslerinin daha da yükseldiğini görebiliyorum. seslerin yarısını da bizimkiler oluşturuyor büyük ihtimalle. ben de ayakta alkışlarken hayranlıkla bakıyorum sahneye.

minho selamını verip yerine geçtiğinde ne kadar mutlu olduğunu görebiliyorum. ben onu izlerken gözlerimiz birleşiyor, gülüşü gözleri kaybolana dek daha da büyüyor. ben de ona gülümsüyorum. bugün her şey gerçekten bambaşka ilerliyor.

"efsaneydi! bu kadar iyi olacağını beklemiyordum cidden.." oyuncu ekibi içeri girerken biz de salonun dışına ilerliyoruz. biraz nefes almam gerektiğini hissediyorum.

"ben de şaşırdım... dans kısmında dibim düştü resmen" seungminin söylediğine benzer şeyler söylüyor diğerleri de. "jisungun şarkısı da çok iyiydi. havalısınız lan siz." jisung gülüp seungminin yanağından makas alıyor. "her şey senin düşürmek için köpüşüm." derken de koluna girip sırnaşıyor.

dışarısı yağmurlu olduğundan minhoyu beklemek için yakınlarda bir kafeye geçiyoruz. onlar bu süre içinde oyun hakkında konuşurlarken ben sessizce dinliyorum sadece. sadece minhonun gelmesini bekliyor gibiyim. oyundan önceki sözleri kafamda dönüp duruyor.

bir saat sonra minho oyundan önceki kıyafetleriyle kafeden içeri giriyor. makyajını silmesine rağmen yüzü hala ışıl ışıl sanki. geldiğinde yine bir alkış tufanı kopuyor. "başrol oyuncumuz da gelmiş!!" diyen felixe changbin eşlik ediyor. " bir imza alabilir miyim? lee minho bey bir imza!" minho şımarıkça gülüp karşı çaprazıma geçiyor. o an her zamanın aksine bu gülüşün arkasında anlam aramıyorum.

"nasıldı?" diye soruyor. alacağı cevabı biliyor ancak biraz övülmek istiyor olmalı. "bunu sormadın sayıyorum...ıslandım yerimde lan!" diyor jisung. "herkes aşık oldu sana... rakiplerim çoğaldı durduk yere!" diye de ekliyor. minho ona göz devirip bana dönüyor. "hyung sen beğendin mi?"

garip hissediyorum fazlasıyla. günler öncesinde minho ile aynı ortamda bile bulunmamaya çalışan ben şimdi onunla oyunu hakkında konuşuyorum. üstelik bundan şikayetçi bile değilim. "beğendim, her şey çok güzeldi." demekle yetiniyorum o an ama sayfalarca konuşabilirim aslında. ancak o da fazlasını beklemiyor olmalı ki heyecanla kafasını sallayıp gülüyor.

"ajanstakilerin seni nasıl izlediğini gördüm, bayıldılar bugün yarın kapındalar ben diyeyim." jeonginin cümlesiyle minho boğazını temizliyor. "aslında.. oyundan sonra kulise gelip seçmelere çağırdılar.." diyor. olacağını tahmin ediyorum ancak bu kadar çabuk olmasını hiç beklemiyorum.

"oha!" hyunjin bir anda bağırıyor. "ünlü oluyorsun lan resmen!"

minho hızla susturuyor onu. "daha bir şey belli değil, hem kabul edilsem de konuşmadım bizimkilerle..." diyor. kimsenin bir beklentiye girmesini istemiyor gibi.

"sonuç belli bence ama babanların ne diyeceğini ben de tahmin edemiyorum." jisungun söyledileriyle ortam sessizleşiyor. felix kızgınca bakıyor ona. "bugün kutlama günü, bunları sonra düşünür minhom!" diyor. hyunjin de ona hak verip ekliyor. "kafede kutlama mı olur? içmeye gidelim."

kaşlarımı çatıyorum. "minho yorgundur, başka zaman kutlarız." diyorum bende. bu defa ortamı dağıtmak istediğim için değil gerçekten böyle düşündüğüm için söylüyorum. minho yüzüme bakıp "yorgun değilim..." diyor ama yorgun olduğunu biliyorum. tiyatronun büyük kısmında ya dans ediyor ya şarkı söylüyor. oyunbozan olduğunu düşünmesinler diye gitmek istiyor. başkalarının onun hakkındaki düşüncelerini gerçekten önemsiyor, onu tanıyorum.

kafamı sallıyorum olumsuzca "yarın kutlarız minho, bugün dinlen." diyorum. hafifçe gülümsüyorum ama yanlış anlamasın diye. halbuki ona yanlış görünmek gibi bir derdim olmasını beklemiyorum.

"chan hyung haklı, bi kahve içip kalkalım bugün." diyor seungmin de. herkes onaylarken minho hala gözlerimin içine bakıyor. ben ise hızla çekiyorum gözlerimi ondan. sanki bir şeylerden kaçıyor gibiyim.

soğuk bir şubat akşamında küçük bir kafede minho ile karşılıklı otururken bu defa aramızda bir duvar yok. ona karşı bir adım atmıyorum ancak geriye de kaçmıyorum.

o gün ilk defa sekiz kişi birlikte gülebiliyoruz ve bu zamana kadar böyle olmayışının sebebinin minho değil de ben olduğunu o zaman anlıyorum.

nefret ettiğini sandığı kişiye asık oldugunu anlayınca nasıl da yarrama benziyo ınsan
seytan sandığı kişinin sadece kompleksli oldugu ortaya cıkınca nasıl da yarrama benzıyor ınsan

fike nasıl devam edecegini bilmeyince nasıl da yarrama benziyor insan
yuvarlanıp gidiyoz ya iyi böyle

esam nasılsın zebıkım okumuyo zaten(baska okuycum da yok)😔

whatever | minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin