bu zamana kadar edinmekten kaçındığım farkındalık sanki bir anda beni bir şeyler yapmaya zorluyor gibi hissediyorum. hayır bunu hemencecik minhoya güveneyim diye de demiyorum ancak fırsat vermediğimi fark etmek suçlu hissettiriyor. üstelik dün gece minhonun söyledikleri, yaptıkları bu konuda onun bana olan sitemini gözler önüne seriyor sanki. bir gecede yaşadığım farkındalık sabahına. düşüncelerimden 180 derece dönmemi sağlıyor.minho yerine geçerken hala şaşkın bakışlar taşıyor üzerinde. ceketini çıkarıp sıraya bırakıyor, soranın en köşesine oturuyor. ben ise diğer uçtayım. normalde yanıma oturacağını bildiğimden bu uzaklık rahatsız ediyor beni. şu zamana kadar ondan kaçınmak için yapmadığı şey kalmayan ben ayaklanıp changbinin önüne geçiyorum. "bin, sen sağa kaysana." şok içinde bakıyor bana, anlaşılacağını düşünsem de tavırlarımın bu kadar şok etmesi beni de şaşırtıyor. usulca kenara kayıyor changbin ve minhonun yanına oturuyorum.
hala yüzüma bakmıyor, kafasını aşağı eğmiş telefonuyla ilgileniyor. "iyi oldun mu biraz daha?" diyerek konuşmaya çalışıyorum. kafasını sallıyor telaşla ancak hala yüzüme bakmıyor. "iyiyim hyung, teşekkür ederim..." gülümsüyorum. "sunwooyla tanıştım, iyi birine benziyordu." sırf konu açılsın diye konuşuyorum. ayrıca dün geceyi ne kadar hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyorum.
"biliyorum söyledi." diye kedi gibi mırıldanıyor. konuşmak istemediğini düşünüp ben susuyorum bu defa. yanımdaki changbine dönüp sohbet etmeye başlıyorum bu kez, utandığı için sıkıştırmak istemiyorum. kısa bir konuşmanın ardından hoca geliyor zaten.
ders bitiminde felixin ısrarı üzerine kantine kahve içmeye gidiyoruz, hepimiz uykusuz olsak dahi şeytan civciv bir şekilde ikna ediyor bizi. minho bana en uzak nokta neredeyse ordan yürüyor yol boyu. uzun lafın kısası; kaçmak için yer arıyor.
yine de üzülüyorum, ilk defa ona adım atmaya çalışırken, arkadaş olmaya çalışırken benden kaçması kötü hissettiriyor. sabahki enerjim bir anda yok oluyor sanki.
"chan... chan!" changbinin sesiyle gözlerimi önümdeki kahveden ayırıyorum, ne zaman daldığımı dahi fark etmiyorum. "yine nerelere daldın lan?"
"kusura bakmayın, uykusuzum biraz." demekle yetiniyorum minhoya kısa bir bakış atarken. "ben eve gider gitmez sızmışım ya her tarafım ağrıyor."
"benim hiç uykum yok turp gibiyim!" felixten gelen sesle gülüyorum. "uyudun zaten bütün gece.." felixe yaklaşıp devam ediyorum. "önce pis bir bar tuvaletinde sonra da masanın altında..." yüzünü buruşturup kafasını çeviriyor. "hyung ya!"
"siz nasıl geçtiniz eve?" diye soruyor changbin minhoyla beni işaret ederek. omuz silkiyorum. "döndük işte, minhoyu bırakıp eve geçtim ben de." yalan söylemek istemiyorum ancak olduğu gibi anlatmanın da yersiz olacağını düşünüyorum. minho ilk defa kafasını kaldırıp yüzüme bakıyor o an.
"hiç uyumadın mı hyung ya..." diyor felix gözleriyle göz altlarıma bakarken. "ara ara uyudum da dalamadım." diye minik bir yalan söylüyorum. uyku problemlerimin muhabbet olması pek hoşlandığım bir şey değil. "bi doktora mı gitsek, son zamanlarda daha da çoğaldı sanki." diyor changbin. kullandığım bir ilaç var zaten halihazırda. "gidiyorum zaten düzenli olarak, boşver sen." diyip geçiştiriyorum. "hyunjinlerden haber aldınız mı?" diye ekliyorum sonrasında.
"sabahki derse uyanamamışlar az önce yazdı." minho hala sessizce dinliyor bizi. kafamı sallıyorum. yarım saat kadar daha oturduktan sonra minho ayaklanıyor eve geçmek için. arkasından ben de kalkıyorum. utandırmak istemiyorum, sadece konuşmak istiyorum.
"minho!" diye sesleniyorum arkasından changbinlere veda ettikten sonra. durup dönüyor, anlamazca yüzüme bakıyor. "ben de eve geçiyorum bekle birlikte geçelim." diyorum. hızlı adımlarımdan ötürü biraz nefesimi düzenleme ihtiyacı duyuyorum.
siyah kazağının içine giydiği gömleğin yakalarını düzeltiyor kafasını sallarken. kafasını çeviriyor ve yürümeye devam ediyor, benimle konuşmamaya yemin etmiş gibi. istemeden düşünüyorum ben onunla konuşmuyorken o da mı böyle hissediyordu?
"minho sorun ne?" diye soruyorum kendimi tutamadan. "neden benden kaçıyorsun?"
"kaçmıyorum." diye inkar ediyor. "utanıyorum." bunun farkındayım elbette ancak bunu söylemesi içimdeki yükü hafifletiyor.
"utanacak bir şey yapmadın ki... hatırlamıyor musun?" okulun çıkışına geldiğimizde söylüyorum bunu. "yer yer hatırlıyorum... özür dilerim hyung seni uğraştırmak istemezdim." diyor sonunda cevap vermeyi tercih ederek.
"uğraşmadım minho... bir şey yaptığın da yok." kalbimin ayarlarıyla oynamak dışında.
"sırtında taşıdığını hatırlıyorum... gerçekten çok özür dilerim hyung, neden taksiyle dönmedin ki?" bu durum da beni utandırıyor çünkü bunu tercih eden ben oluyorum. "yakındı ev zaten..." diyorum sadece.
"hyung, yanlış anlama memnun olmacığımdan sormuyorum... ancak normalde bana yardım etmeyi tercih etmezdin. güvenmediğini de biliyorum bana." bir anda bunun hakkında konuşmasını beklemiyorum. "neden yardım ettin? gün içinde yüzüme bakmazdın şimdiyse benimle eve dönüyorsun?" hala yüzüme bakmasa da cesurca söylüyor bunları ve verecek bir cevap bulamıyorum. durağa geldiğimizde konuşmaya başlıyorum ona dönerek.
"bunun hakkında konuşmasak olmaz mı? sadece... aramızdaki gerginliğin gitmesini istiyorum." az önceki gerginliği yok olmuşcasına sıcacık gülümsüyor soğuk havaya rağmen. kafasını sallıyor.
"artık bana güveniyor musun yani?" diyor. buna olumsuz bir cevap vermek istemesem de henüz güvenmediğimi biliyorum. "güveniyorum diyemem, sadece... güvenmek istiyorum." açık olmak beni utandırıyor."senin güvenini kazanacağım." diyor kararlı bir sesle. bunu en çok ben isterim sanırım. onun gibi kafamı sallıyorum.
"çabalamanı gerektirecek bir durum değil bu. kendini rahatsız hissetmeni istemiyorum, öncesinde kendi içimdeki düşünceleri sorgulamadan kabul edip sana karşı bir hüküm vermek benim suçumdu. seninle ilgili bir şey değildi." diyorum. minhonun başından beri bunun için çabaladığını görüyorum. halbuki bu onunla ilgili bile değil, minho sevilmeyecek bir insan olduğundan uzak durmuyorum ondan, güvenmediğimden uzak duruyorum.
aslına bakarsanız hâlâ minhonun eylemlerinde gördüğüm bir tutarsızlık var. minho hâlâ aynı minho. yine masada sessizce insanların tepkilerini izliyor bir köşeden. yine duygularını gizlemeye devam ediyor, yüzünde çoğunlukla maske olduğunu görebiliyorum. üstelik seonghwa olayında ki gülüşü, insanlarla sohbet ederken kendi isteklerini yaptırması... benim fark ettiğim şey ise minhoya tek bir pencereden baktığımı fark etmem oluyor. yaptıklarının nedenini bilmemem, ki bunun hakkında tahminlerim var, sorgulamadan kabul etmem aslında ona karşı yaptığım büyük bir haksızlık.
herkesi olduğu gibi kabul etmekte bir problem yaşamıyorum oysa ki, bunu kendimi övmek için söylemiyorum. sahiden herkesin yanında olmak istiyorum ancak minhoya olan önyargılarım buna izin vermiyor.
"olsun ben yine de bana güvenmeni sağlayacağım." diyor minho düşüncelerimin arasından. gülümsüyorum ona, son zamanlarda sık yaptığım bir şey bu. "o zaman geldiğinde sana bu tavırlarımın sebebini de anlatacağım." diyorum istemsizce. sanki ona olan tavırlarımın bir nedeni olduğunu bilmesini istiyor gibiyim.
minho tekrar dişlerini göstererek gülüyor, hevesli görünüyor. bu tavrı bile o kadar sahici görünüyor ki ona güvenme işini çok da uzatamayacağımın farkına varıyorum. "öyleyse... artık arkadaş mıyız?" diyor gülümsemeye devam ederken.
kafamı sallıyorum ben de. "arkadaşız."
kışın son zamanlarını geçirirken ve gökyüzü hala kara bulutlarla kaplıyken ilk defa bu kadar sıcacık hissediyorum ben. minho sadece gülümseyerek bulutları uzaklaştırıyor sanki. üstümden attığım bu yükün ağırlığını yalnızca o yük gittiğinde fark ediyorum.
•
chan adam oluyo la
cok uzatmam kitabı herhalde hemencecik aşıklar olsunlar
minchan da 3 olmusuz??? ay cok tesekkur ederım🥺🫶🏻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
whatever | minchan
Randomlee minhoyu tanıyorum. okuldan kaçarken yüzüne endişeli bir hal olsa da endişelenmediğini biliyorum. kendisine yapılan acımasız şakaları aslında komik bulmadığını biliyorum. sessiz ve saf biri olmadığını öyle görünmek istediğini biliyorum. bir meleğ...