otuzaltı

416 50 75
                                    

|minho|

bir çocuğun ilgi ve sevgiyle büyüyor olması onun için yaşamın anlamını ifade eder. küçücük bir çocukken bile saygı gösterilen bir çocuğun kendine değer vermemesinin imkanı yoktur, yaşamı onun için bir anlam ifade eder ve arayış içinde olmaz. evet, şanslı çocuklardır onlar. kayıpları olmaz çoğunlukla, kaybetselerde kazandıklarını saymayı tercih ederler.

ancak iş şanssız çocuklara geldiğinde sürekli dik duvara tırmandıklarını görürüz. elleriyle kazarlar sürekli ve kazdıkları tüneller bir yere varmaz. sürekli kaybetme korkusuyla yaşarlar. hiç tanımadıkları insanları dahi kaybetmek istemezler, sürekli kendilerini kanıtlamak isterler. evet, ben gibiler.

başarılı olmak zorundadırlar, komik olmak zorumdadırlar, güzel görünmek zorundadırlar ancak bütün bunların hepsi olsa dahi hiçbir zaman yeterli hissedemezler. oysa neye yetmeleri gerektiğini bile bilmezler. sevilmeye mi? değer görmeye, önemsenmeye mi?

işte ben de ikinci seçenekteki şanssız çocuklardan olduğumdan yaşamım boyunca hep bir şeylere yetmeye çalışıyorum. insanlar beni sevsin diye parmak uçlarımı yararak tüneller kazıp çabalıyorum. çabalarım kayıtsız da kalmıyor, en azından birkaç kişi tarafından sevildiğimi biliyorum ancak bu öyle bir kanser ki bilmek yetmiyor, inanmanız gerekiyor buna.

chanı severken de ona yetmeye çalışıyorum aslına bakarsanız. diyorum ki daha iyi olursam belki beni görür, daha güzel olursam sever belki. her konuda yetmeye çalışıyorum ancak o zamanlar chanın beni görmemesinin sebebinin benim yetersizliğim olmadığını da bilmiyorum. söyledim ya, inanmıyorum bir kere ben.

konunun özüne gelecek olursak, chan; seonghwanın yaptıklarından sonra o çardakta bana tane tane beim suçum olmadığını anlatırken ben ilk defa inanıyorum kendime. ilk defa diyorum ki sen eksik olduğundan olmadı bütün bunlar. elinden gelen bir şey yoktu, sorun sende değildi diyebiliyorum. bu kadarcık basit telkinler bile bana öyle iyi geliyor ki sanki o an karşıma seonghwa çıksa ben tümüyle karşısında durabilirim. chan dakikalarca konuşuyor ve ben sanki senelerdir bunun için uğraşmıyormuşum gibi bir sihirli değnekle kendime inanmaya başlıyorum.

"kaydı tamamladık." chan kayıt odasından çıkıp yanıma gelirken yüzünde heyecanlı bir ifadeyi barındırıyor.

"dinlemek istiyorum." diyorum ben de onun gibi heyecanla. omuz silkiyor. "hayır, sürpriz olacak." kaşlarımı çatıp bakmaya devam ediyorum. "bakma öyle, yarın açıklanacak ve ben de adım söylenildiğinde senin gözlerinin içine bakarak söyleyeceğim." kendinden emin görüntüsü beni rahatlatıyor. sandığımın aksine ilk günlerdeki gerginliği zaman geçtikçe bitmiş gibi görünüyor.

"nasıl sabredeceğim yarına kadar, bak uyku girmez gözüme görürsün." diye ısrar ediyorum mızmız bir tavırla. gülerek yanaklarımı sıkıyor. "artık yemiyorum bu bakışları haberin olsun, hem ben seni uyuturum. oflayarak cevap versem de içten içe sırıtıyorum.

"jisung içeride mi?" kafasını sallıyor. "kaydın uzun sürmesinin sebebi o, aklı burada değil ki." tam cevap verecekken jisung da çıkıyor odadan. gülümseyip ona sarılıyorum ancak her zamankinin aksine enerjisi tükenmiş gibi gevşekçe sarıyor kollarımı.

"nasılsın bebeğim?" diyorum yorgun gözlerine bakarken. "aynı..." diye mırıldanıyor. jisung kolay kolay acılarını yansıtan biri değildir ancak şuan sanki onları saklamaya bile hali yok gibi görünüyor.

"seungminle konuştun mu?" diyorum. chan sessizce bizi izliyor sadece. "ne konuşacağım ki, dinlemek istemiyor bile beni. şu seçmelerden sonra tümüyle gidecek evden zaten."

"konuşsan ve dinlese ne söyleyeceksin jisung?" diyen hemen arkamızdaki sevgilim oluyor. jisunga karşı bir siniri olduğunun farkındayım ve bunu ona yansıtmasın diye kaşlarımı çatıp dönüyorum ona. o ise hiç bozuntuya vermeden jisunga bakıyor.

whatever | minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin