"giyecek bir şeyler vereyim mi?" diyerek yatağımda oturan minhoya dönüyorum. henüz ceketini çıkarmamış, ellerini önünde birleştirmiş şekilde oturuyor."olur." diyor sadece, geldiğimizden beri neredeyse hiç konuşmuyor.
onu evine bırakmak aklımdan geçse de asla istemiyorum tek kalmasını. bu yüzden kısaca bize gideceğimizi söylüyorum yolda o da inatlaşmadan onaylıyor zaten. annemlere kısaca minhonun iyi hissetmediğini söyleyip geçiştiriyorum ancak hannah'ın radarından kaçamıyoruz elbette. önce imâlı şekilde gülüp peşimize takılsa da minhonun sahiden iyi hissetmediğini anlayınca o da yalnız bırakıyor bizi.
"annenlere ayıp olmadı değil mi? bir anda geldim çatkapı." diyor ben dolaptan kıyafetleri çıkarırken. gülümseyip yanına oturuyorum. "annemde sana yemek yapamadığı için ayıp ettiğini düşünüyordur şimdi." bir nefes bırakıyor önce, birkaç saniye sonra da ayaklanıp odadaki lavaboya ilerliyor.
geldiğinde yüzünü de yıkadığı hafif ıslak teninden anlaşılıyor. kendisine bol gelen kıyafetlerimin içinde küçücük görünüyor ancak bunun kıyafetle de ilgisi olmadığının farkındayım. minho o gün ailesinden azar yemiş küçük bir çocuktan farksız.
"yakışmış." diyorum sadece dilime gelen tüm o şiirleri geriye itip. hafifçe gülümsüyor gözlerini kaçırırken. "konuşmak ister misin?"
tekrar yatağa oturup kafasını eğiyor. "konuşacak bir şey yok ki... geldi azarladı çocukmuşum gibi."
"son gün söyleyeceğini sanıyordum, bir şey mi oldu?" diyorum. cesaretini o zamana kadar toplayabileceğinden bahsetmişti çünkü.
"yemek yerken bir anda notlarımın düştüğünden bahsetti, dans bütün vaktimi alıyormuş da ders çalışmıyormuşum hiç diye başladı. düşmedi bile halbuki. bu defa ben de susamadım söyledim işte dansa devam edeceğimi." minhoyu o şekilde hayal etmek içimi burkuyor, zaten hakkı olan bir şey için bile bir sürü savaş veriyor.
"biraz fazla agresifleştim sanırım. sesimi yükseltince de tokat attı." sesi sona doğru kısılıyor ve ben tekrar nefret ediyorum onu bu hale düşürenlerin hepsinden.
"gözlerindeki nefreti görmeliydin, sanki karşısında oğlu değil de bir başkası vardı."
"annen bir şey dedi mi?" diyorum. omzuma kafasını yaslayıp birkaç saniye sessizleşiyor. ben de kolumu beline dayayıp iyice yaslanmasını sağlıyorum.
"giderken durdurmaya çalıştı sadece, hiçbir şey söylemedi. arada kaldığını biliyorum, babamla orada kalan kişi de o ama yine de gözlerinin içine baktım destek versin diye. yokmuşum gibi davrandı, küçük kardeşim bile daha çok konuştu ondan." bir kardeşi olduğunu bile henüz öğreniyor olmam şaşırtıyor beni.
"aynı evde yaşıyor olduğundan korkmuştur o da evet ama elbette destek vermeliydi, sen kötü bir şey istemiyorsun ki." omzumdaki kafasını sallamakla yetiniyor sadece. "minho bununla ilgili kendini suçlamanı istemiyorum, bu onların hayatı değil. her şeye sen karar verebilirsin. onların yapması gereken tek şey yanında olup destek vermek." haddimden fazla mı konuşuyorum diye endişeye düşsem de tek amacım ona onun bir suçu olmadığını anlatmak.
"kendimi suçlamıyorum artık." diyor o da içimi okur gibi. "her şeyden önce ebeveynlerim onlar, bu zamana kadar onların istedikleri gibi yaşadım. ne giyeceğime dahi onlar karar verdiler. siyahtan nefret ederim ben, erkek gibi görünmem için siyahtan başka bir şey giymedim bile... ama bunlara rağmen sevememişler ki beni. gözlerinde gördüm, utanıyordu benden resmen." beline doladığım kolumu sıkılaştırıp yutkunuyorum. bu zamana kadar kaçtığım her şey bir bir yüzüme vuruluyor sanki, görmezden geldiğim her şey.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
whatever | minchan
Разноеlee minhoyu tanıyorum. okuldan kaçarken yüzüne endişeli bir hal olsa da endişelenmediğini biliyorum. kendisine yapılan acımasız şakaları aslında komik bulmadığını biliyorum. sessiz ve saf biri olmadığını öyle görünmek istediğini biliyorum. bir meleğ...