mezarlıkların biri için ne zaman anlam ifade ettiğini düşürüm hep. cesetlerin bulunduğu, karanlık yerlerden ziyade birileri için soluk noktası olduğunu tahmin edebiliyorum ancak asıl düşündüğüm şey bunun birine ne zaman anlam ifade ettiği. en yakını ölünce mi yoksa kendi ölümünü çok düşündüğünden mi? lisedeki edebiyat hocamın sözlerini hiç unutmam örneğin.'ölümün sizin için ne anlam ifade ettiğini arkanızı döndüğünüzde anlarsanız. arkanızı dönmeye korkarsınız ancak artık onun nefes sesleri sizin kulağınıza geldiğinde kendinizi ona yaklaşmış şekilde bulursunuz. önce hiç tanımadığınız insanlardan duyabilirsiniz, sonra akrabalarınız, arkadaşlarınız ve belki devamında aileniz. sıra size gelene kadar fark etmezsiniz ancak aslında hep en yakınınızdadır.'
henüz ergenliğe yeni girmiş, soyut düşünmeye bile yeni başlamış bireyler için iç karartıcı cümleler sarf etmekten çekinmezdi anlayacağınız.
şimdiyse bir mezarlığın girişinde minhonun elleri ellerimdeyken bu cümleler geçiyor aklımdan. büyükbabasıyla tanıştırmak istediğini söylediğinde elbette böyle bir şey canlanmıyor aklımda keza minho da hiç öyleymiş gibi görünmüyor. hatta bir ara yolda büyükbabasının bana bayılacağını bile söylüyor.
"girelim mi" minho gözlerini kapıdan bana doğru çevirirken konuşuyor. parlak gözleri ve hafif tebessümü ardında bir hüznü barındırıyor ve ben bunu henüz anlıyorum. kafamı sallayıp beni yönlendirmesine izin veriyorum.
dar araşardan geçip bir süre yürüdükten sonra toprağının üzerinde taze çiçekler olan bir mezarla karşılaşılaşıyorum
lee man bok
"merhaba büyükbaba." derken elini elimden çekip saygı gösterircesine eğiliyor. ben de onun hareketlerini tekrar ediyorum. "sonunda getirdim evet...." gülümsüyorum.
"biraz gecikti ama olsun sonunda getirebildim... ne çok anlatmıştım sana değil mi?" kalbimin üzerinde karanlık bulutlar geziniyormuş gibi bir hüzünle kaplanıyorum. mezar taşına doğru hafifçe eğilip fısıldıyor. "sana anlattığım kadar yakışıklı değil mi?"
sonra bana dönüp gülümsüyor, ben de karşılık veriyorum. "ve evet, artık birlikteyiz. inanabiliyor musun? ben bazen hala gerçekliğini sorguluyorum." diyor tekrar döndüğünde.
"çok mutluyum biliyor musun? hayatımda hiç bu kadar mutlu olabileceğimi düşünmezdim... trip atma ama seninleyken de mutluydum ama şimdi sanki kanatlanıp uçacağım." bir peri olduğunu düşündüğümden çok imkansız gelmiyor son cümlesi.
"artık seni gerçekten anlıyorum. özür dilerim hayatteyken anlayamadığım için, kızma bana. çok çabaladım bunun için ama anlayamadım biliyorsun... şimdi anlıyorum. duyguların ne denli önemli olduğunu henüz anlıyorum büyükbaba."
cümlelerini anlamlandırmaya çalışmıyorum çünkü eğer minho isterse bana anlatacağını biliyorum. "çok yoruldun büyükbaba. kendini anlatmak isterken çok yoruldun. bütün ömrünü bunun için heba ettin, sen her şeyin en iyisini hak ediyordun. şimdi seni anlmaya bile geç kaldım ancak bu defa biliyorum ki bunun için yorulmam gerekiyordu. çabalamalıydım, yaptım da." minho yanıma adımlayıp tekrar elimi tutuyor.
"chan, senden hiç haberi yokken dahi seni anlattı sanki bana. gözlerine baktığımda anladım söylediklerini. şimdi geç de olsa bilmeni istiyorum. ben sahiden mutluyum, artık etrafta koşturup aramıyorum. seni çok özledim, tek dileğim gittiğin yerde mutlu olman. musmutlu ol ve hayatını seni anlayan insanlarla geçir. beni unutma ama."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
whatever | minchan
Randomlee minhoyu tanıyorum. okuldan kaçarken yüzüne endişeli bir hal olsa da endişelenmediğini biliyorum. kendisine yapılan acımasız şakaları aslında komik bulmadığını biliyorum. sessiz ve saf biri olmadığını öyle görünmek istediğini biliyorum. bir meleğ...