minho
tutkuyla ve heyecanla yapılan her işin bir noktada kıyameti de beraberinde getirdiğini derdi büyükbabam. ona göre her tutku içinde bir parça ateşi barındırır, insanın parmaklarını uçlarından başlarmış yakmaya. sigarayı örnek verdi bunun için; parmak uçlarından başlar ve ciğerlerine kadar iner derdi. bir nevi aşkta böyleymiş. dokunursan parmak uçlarından başlarmışsın yanmaya. devamında kalbi yakar ve küle çevirirmiş. anlayacağınız heyecan ve tutkunun en büyük zararı iç organlaraymış, en azından ben bunu çıkarabiliyorum.
kendisi sanki bir filozofmuş gibi her şeyi sorgular, anlam arar ancak çoğu kez pes ederdi bir yere varamadığından. çok fazla kitap okurdu; odasının bir duvarına birlikte ahşaplarla kitaplık yaptığımızı çok net hatırlıyorum.
büyükbabamın keskin ve felsefik düşünceleri onun bir deli olduğunu düşündürttü bir çok kişiye. kendi eşine dahi... ancak ben bayılırdım onu dinlemeye, sürekli konuşsun, hayat hakkımda çıkarımlar yapsın diye neredeyse her gün yanına giderdim.
evrenin bir sanat olduğuna beni öyle inandırdı ki hayatım boyu estetiklik kaygısıyla baş edip durdum. halbuki sanatın görmekten ibaret olduğunu; kötü görüntülerin ve çirkin düşlerin altında yatanı anlamanın en büyük sanat olduğunu da o söylerdi.
ancak sanırım büyükbabam kadar iyi anlamadığımdan sanattan ben estetik olma arzusunu kendi kafamda yarattım. sanatı belli bir şekle büründürmek ne büyük yanlıştı ona göre oysa.
yine de büyükbabam onu dinleyen tek kişi olmamdan ötürü müdür nedir fazla bağlıydı bana. onu yanlış anlamama takılmaz, beni düzeltmez ve sadece anlatırdı kendi doğrusunu.
bir sanatçı olma arzusundan mıdır nedir sürekli bir arayış içinde oldum bundan ötürü. bir çok müzik aletini çalabilirim mesela. resim çizmeyi denesem de defalarca asla başarılı olamadım. hyunjinin resimlerini gördüğümde kıskanmadan edemem bu yüzden. ancak arayış içinde olduğum dönemde bir enstrümanla ilgilenmekten çok sanatı dış dünyada aramanın anlamsızlığını kavradım. dans etmeye başladım bu yüzden lisede.
en başlarda berbat bir dansçı olduğumu düşünsem dahi büyükbabam izler hangi hareketimden ne çıkardığını anlatırdı bana. bu benim hayatımdaki en önemli şeydi o günlerde. büyükbabam bana sanatın kendisiymişim gibi bakardı. sanırım bu yolu tercih etmemdeki en büyük sebep de bu oldu.
büyükbabamın bu düşünceleri en çok babamı deli ederdi. çoğunlukla onda kalmama izin vermez, dans etmemi de aptalca bulurdu. sonrasında alışsa dahi asla hoşlanmadı seçtiğim yoldan. ben de herkesin beni sevmesini isteyen bir aptal olduğumdan ötürü babamın istekleri için de uğraştım fazlaca. istediği gibi hareket ettim, istediği bölümü tercih ettim. sürekli kaybetme korkusuyla, sevilmeme duygusuyla yaşadım durdum.
ölümünün üzerinden üç yıl geçen büyükbabamın sözlerini ise sahiden anladığımı düşündüğüm ilk an ise chanı gördüğüm gün oldu. onun beni görmesinin bir yıl öncesinden bahsediyorum.
dedemin vefatını kabul edemediğim dönemde bir bankta uzanırken görüyorum onu ilk kez. karnın üzerindeki kediyi seviyor, sessizce ağlıyor ve bilmediğim bir şarkıyı mırıldanıyor. christopher bang bir şiir dizesi gibi görünüyor o anda. sanki donup kalıyorum. o kadar sessizce söylüyor ki duymak için epey çaba sarfediyorum. o günden sonra büyükbabamı ilk kez bu kadar anlıyorum ancak bunu gidip anlatacak bir büyükbabam da olmuyor.
sonrasında bir daha hiç görmüyorum onu, okulda görene dek. gördüğümde donup kalıyorum. babamın bilmeden de olsa ilk defa benim için bir şey yaptığını düşünüyorum sınıfımda olduğunu görünce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
whatever | minchan
Randomlee minhoyu tanıyorum. okuldan kaçarken yüzüne endişeli bir hal olsa da endişelenmediğini biliyorum. kendisine yapılan acımasız şakaları aslında komik bulmadığını biliyorum. sessiz ve saf biri olmadığını öyle görünmek istediğini biliyorum. bir meleğ...