yirmiiki

554 66 51
                                    



minhoyla kısa bir süre uyuduğumuz zaman fark ediyorum ki onun yanında rahatça uyuyabilmemin tek sebebi yanında güvende hissetmemden kaynaklanıyor. yanındayken dingin bir nehirden farksız hissediyorum. sanki uçsuz bucaksız bir ormandayım da yalnızlık beni korkutmuyor, aksine yeşilliğin tadını çıkarıyor gibiyim.

minho'nun kıpırdanışıyla açıyorum gözlerimi. "ay uyandırdım mı? lavaboya gidecektim." saate baktığımda henüz bir saat geçtiğini görüyorum. ancak saatlerdir uyuyor gibi de dinç hissediyorum.

"yok, iyi geldi zaten."

o ayaklanıp içeri giderken ben de toparlanıyorum bir yandan. geri döndüğünde konuşmaya başlıyorum. "sahile gidelim mi?"

"bu saatlerde soğuktur, üstündeki sıcak tutmaz seni." sizi bilmem ama ben lee minho beni düşündüğünde aptal aptal sırıtmak istiyorum. "içine hırka vereyim, olur mu bilmem ama.." onaylıyorum söylediğini.

kendi hırkalarından birini verdiğinde hırkaya sinen kokusunu alıyorum ve sanki dakikalar önce onunla uyumamışım gibi bir özlemle kavruluyorum.

sahil fazla uzak olmasa da yürümek istemiyor minho. bu yüzden bir otobüse atlayıp dakikalar içinde orada oluyoruz.

"kahve alıp oturalım bari, üşüteceksin böyle." soğuğa duyarlı olmadığımı biliyor sanki. hemencecik hasta olabiliyorum.

"olur, gel şurdan alalım." diye yakınlardaki sahil kafesini gösteriyorum. içeri girdiğimizde ısrar etse de ben alıyorum kahveleri, birkaç saniye yüzüme kaşlarını çatıp sinirle baksa da bu onu daha sevimli yapmaktan başka bir şeye yaramıyor.

banklardan birine geçip gün batımının çeviriyoruz kafamızı. elbette klişeleşmek istemem ancak minho rüzgardan dolayı kızarmış yanaklarıyla gün batımından daha güzel görünüyor.

"aslında seninle konuşmak istediklerim var." diye başlıyorum konuşmaya, merakla yüzüme bakıyor. buraya gelme amacım bu çünkü minhoya adım atarken çekinmek istemiyorum daha fazla. sahiden çabalamak istiyorum.

"kötü bir şey mi?"

"yani... iyi bence?" diyorum. ona olan sevgimden bahsetmeyeceğim elbette henüz, gerçi anlamadıysa bile bir mucize.

tekrar başlıyorum konuşmaya"sadece soru işareti kalsın istemiyorum, demiştim ya sana güvendiğimde anlatacağım... ondan bahsediyorum." tümüyle bana dönüyor bu defa.

"artık bana güveniyor musun?" diyor gülümseyen bir yüzle. açıkçası korkuyorum. çocukça sebeplerim olduğunun farkındayım ve bir anda 'bu saçmalıklar yüzünden mi bana öyle davrandın?' derse diyebilecek bir şeyim olduğunu sanmıyorum.

kafamı sallarken devam ediyorum bu yüzden. "mantıklı bir sebep değil, duyduktan sonra bana küfür edebilirsin de... her neyse." boğazımı temizliyorum bir anlığına. "lisedeyken bir arkadaşım vardı, ismi somin." diye başlıyorum.

"siyah küt saçları, hafif kemikli burnu büyük gözleri vardı, bir de tavşan dişleri." burada ona benzediğini anlatmak istesem de artık gerçekten benzetmiyorum. yüz ifadeleri bile tümüyle farklı sanki.

"sana benziyordu biraz. ilk başlarda kardeşi olabileceğini düşünmüştüm hatta. sahiden iyi biriydi, tek yakın arkadaşımdı ve her şeyimi ona anlatıyordum." nereye varacağımı anlamaya çalışıyor minho. bir yandan da kahvesini yudumluyor.

"o sıralar müzikle uğraşıyordum. onlarca şarkı yazdım, altyapı hazırlıyordum kendi halimde ve pohang'a gitmeyi amaçlıyordum. oradan insanlarla konuşup yardım bile alıyordum. idol olmak değildi hedefim elbette, sadece prodüktör olmak istedim."

whatever | minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin