on

663 79 113
                                    



"joseonun gelmiş geçmiş en korkunç kralı... insanları öldürmek için birlikte oluyormuş! gay diyolar bir de..." masanın üzerindeki ellerini yüzüne koyup midesi bulanmış gibi bir tavır sergiliyor jisung. "iğrenç amınakoyayım! erkek, erkek siker mi?!" diye ekliyor yüzünü buruştururken. sonrasında masadaki votkasının dibini fondipliyor.

"sikmez! doğasında yok bir kere!" diyor jeongin de. "iğrenç amına koyayım!" diye tekrarlıyor jisungun cümlelerini. "ben mesela. dümdüz heteroyum kardeşim." bunu hyunjine bakarak söylemesi güldürüyor beni. "bu gaymiş, lezmiş hepsi oyun tümüyle. sizin başka derdiniz yok mu ulan sikinizi düşünüyorsunuz."  jeongin gözleri kapalıyken diyor bunları. ayakta kollarını duvara yaslamış uyukluyor.

"özür dilerim arkadaşlar. ben meme sevmiyorum, özür dilerim..." deyip ağlamaya başlıyor minho da. gerçek bir ağlamadan bahsediyorum, hıçkırarak konuşuyor. "ben de özür dilerim. jeongin ben sana aşığım!" hyunjin ayaklanıp duvara yaslanan jeongine ilerliyor.

kafamı seungmine doğru çeviriyorum. en ayık kişi o ve changbin. "sikeyim." müzik sesinden söylediğini duyamıyorum ancak ağzını okuyabiliyorum. benim çakırkeyfime rağmen seungmine içtikleri etki etmemiş gibi duruyor.

changbin masanın altında uyuyan felixi kaldırmaya çalışırken hyunjin de jeonginin dizlerine kapanıp 'sana aşığım' diye tekrarlıyor. "yürü git benim sevgilim var ve çok aşığım. hyunjini tanıyor musun? çok yakışıklı değil mi? tanıyorsan o sarı saçlarını yolarım varoş!" diyor jeongin hyunjine. bunu yaparken de dizlerine sarılan hyunjini itip duruyor. kahkaha atmakla sinirden ağlamak arasında gidip geliyorum.

olayların en başına dönmek gerekirse bir clube gelmek elbette jisungun fikri oluyor. hepimiz bir pub'a gidip oturup sohbet etmek istiyorken jisung 'böyle kutlama mı olur?' diyerek aklına giriyor herkesin. sonuç olarak; iki tane yüzlük votka, tekila ve soju'yu iki saatte tüketen arkadaşlarım çil yavrusu gibi dört bir yana dağılıyorlar.

seungmin ve changbin olacakları gözlerine kestirdiklerinden bir biradan başka bir şey içmiyolar. ben ise daha çok son günlerde bambaşka diyarlarda gezinen düşüncelerimi susturmayı amaçlıyorum. yine de kafam yerinde, maalesef.

changbin sonunda baş etmeyi başardığında felixi kolunun altından kaldırıp biz yaklaşıyor. "beni tanımıyorsunuz... ben bir katilim!" yanıma yaklaştıklarında duyuyorum felixin dediklerini. "onlarca kişiyi öldürdüm, ben bir katilim!" neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yok. "bronzum ben! duydun mu hyung?" changbin onu sabit tutmaya çalışırken felix hararetle anlatıyor. "bronzum ben, onlarca kişiyi öldürdüm!"

"biz kaçıyoruz, hyunjinle jeongini alırım. siz gidebilir misiniz eve?" diyor changbin. grupta arabası olan tek kişi o olduğundan işin büyük kısmını da o alıyor. kafamı sallayıp onaylıyorum onu. "sen baş edebilir misin şu ikiliyle?" diyor seungmin hala yerde jeongine aşk şiirleri sıralayan hyunjine. "bize geçeriz sızarlar zaten. sıkıntı olursa ararsınız." changbin selam verip yanımızdan ayrılırken seungminde hyunjin ve jeongini götürmeye çalışıyor arabaya. fazla zorluk çıkarmadan yavaş yavaş çıkıyorlar zaten.

onlar tamamen çıktıktan sonra jisung yanıma geliyor. "senin hiçbir şeyden haberin yok! 'asgari ücreti napayım asker değilim ben' de diyorsundur sen." diye bağırıyor. müzik yüksek olduğundan mı yoksa gerçekten sinirlendiği için mi bağırıyor anlamlandıramıyorum. "neyden haberim yok jisung?" diyorum. bayık gözlerle yüzüme bakıp gülüyor. "daha neyden haberin olmadığını dahi bilmiyor musun?" saçma sözlerinde anlam aramıyorum açıkçası ancak minhonun yalpalayarak hızla yanımıza gelmesi kaşlarımı çatmama neden oluyor.

"jisung..." diye mırıldanıyor minho. jisungun onu duyduğunu sanmıyorum. hafifçe kızarmış yanaklarıyla hıçkırıyor bir kez. "sus." ancak jisung onu duymuyor.

"ben dünyanın en hetero insanıyım biliyor musun hyung!" müzikten ötürü değil gerçekten sinirli olduğu için bağırdığını anlayabiliyorum bu defa jisungun. "hetero olmamın gay joseon kralıyla ilgisi de yok! siz aşktan sevgiden anlamayan erkekler yüzünden!" minho bu defa onu çekmeye çalışıyor. bu arada jisung dünyanın en gay insanı. "ne diyorsun jisung?" diyorum. ancak devam etmiyor, gelen seungmine bakıp gülümsüyor.

seungmin gelir gelmez jisungu tutuyor. "hyung sen minhoyu bırak ben jisungla döneyim, iyisin değil mi?" kafamı sallayıp ekliyorum. "tamamdır dikkat edin."

onlar çıktıklarında minhoyla yine başbaşa kalıyoruz.
"biz de geçelim minho. yürüyebilirsin değil mi?" ayakta dikilip yüzüme bakmaya devam ediyor. "minho?" diye tekrarlıyorum.

"yürüyemiyorsam sırtına alacak mısın?"

anlamıyormuş gibi bakıyorum ancak bal gibi anlıyorum. "hesabı ödeyip geleceğim, otur ve beni bekle. anladın mı?" kafasını sallayıp koltuğa kendini bırakıyor.

hesabı ödeyip geldiğimde uyukladığını görüyorum. sadece bir dakika sürdüğüne eminim oysaki gidip gelmemin.

dizlerimi kırıp yanına çöküyorum. "minho... minho uyan." hemencecik açıyor gözlerini. "chan..." diye mırıldanıyor. nedendir bilmem sadece gözlerine bakıp gülümsemek istiyorum. öyle tatlı görünüyor ki hafif al yanakları bayık gözleriyle sandığımın aksine iyi bir oyuncu değil sadece minho olduğu için böyle olduğunu fark ediyorum. minho, minho olduğu için böyle.

"gidelim mi?" diyorum. olumsuzca kafasını sallıyor. "istemiyorum, uyumak istiyorum." yarım gözleriyle baksa dahi göz bebeklerindeki parıltıyı görebiliyorum. "burada uyuyamazsın, gidelim söz uyutacağım seni." bunu neden söylediğim hakkında bir fikrim yok.

"uyutacak mısın?" diyor gülümsememeye çalışırken kafamı sallıyorum. "tamam o zaman..." diyip dikeliyor. "ama chan... ayaklarım tutmuyor ki benim." her an ağlayacakmış gibi konuşuyor. bana nazlanması hoşuma gidiyor, gülüyorum. ben lee minhoyu hiç tanımamışım sahi.

"gel, sırtıma alayım seni." beklediği buymuş gibi bir anda ayaklanıyor. arkamı döndüğümde kollarını boynuma sarıyor. ben de yandan destek verip kalkıyorum.

kafamın çakırkeyif hali sarhoş olmasam dahi daha da cesaretlendiriyor sanki beni. kokusunu soluduğumu saklama gereği duymadan olduğum yerde duruyorum. kafası omzumun kenarına yaslanmış şekilde ileriye bakıyor, sanki kafamı ona çevirsem aramızda milimler kalacak. bu ihtimal beni istemsizce korkutuyor.

adımlarım dışarıya yönrlirken taksiye binmek istemiyorum. minhonun evi uzak olmadığından yürümeyi tercih edip adımlarımı sokağa yöneltiyorum.

"chan, oyunu beğendin mi sahi?" diyor. omzumda hareket eden dudaklarını hissedebiliyorum. dışarıya çıkmamızla uykusu tamamen açılmış gibi sesi daha canlı çıkıyor. "beğendim, çok iyi oynadınız hepiniz." diyorum, uzatmak istemiyorum çünkü kulağımın dibinde hissettiğim nefesi vücudumun kadılmasına sebep oluyor. "hepimiz değil, beni soruyorum. iyi miydim?" diyor aksi bir sesle. "cevabını biliyorsun minho." demekle yetiniyorum.

"hiçbir şey bilmiyorum chan. sen gerçekten her şeyi yansıttığını mı düşünüyorsun?" aldığı alkolden ötürü daha cesur davranıyor. "iyiydin minho, gözlerimi senden alamadım." sanırım ben de daha cesur davranıyorum. kıkırdıyor. "sahi mi?" kıkırdayışı dünyanın en güzel şarkısı gibi hissettiriyor ve ben korkuyorum. birkaç gün öncesine kadar yüzünü dahi görmek istemediğim kişinin kıkırdayışı beni nasıl bu kadar etkileyebilir aklım almıyor.

"sahi minho." tersleşmeden konuşabildiğimiz günlerin sayısı artıyor.

bir süre daha sessizce ilerlerken tekrar konuşuyor. "ağır mıyım?" diye soruyor kısık bir sesle. 'miniciksin ne ağırlığı' demek yerine "değilsin." diyorum.

o gün hiç bilmediğim sokaklarda lee minhoyla beraber ilerken bir şey fark ediyorum. sokağın en ucundan parlayan ay daha bir ışıltılı geliyor. şehrin ışıklarından görünmeyen yıldızlar sanki bir günlüğüne yere serilmişler de manzara sunuyorlar bize.

lee minhoyla beraberken tüm dünya daha da parlak görünüyor.

ay daha yazcaktım da üşendim, yarın devam ederim burdan bir de kontrol etmeden atıyom sürçü lisan ettiysek affola🙏

neyse iyi gecosss

whatever | minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin