4

239 44 233
                                    

yarınlar yokmuşçasına gel.

şu an, masanın üstüne.

atölye masasının üstündeki türlü boya lekelerine senin beyazın bulaşsın.

mingi o an gözlerini açmadı ama o anın içinde var oldu bir anda.

bir tanesi yetmedi mi?

ikinciyi alabilir misin?

üçüncü zorlar, değil mi?

emin ol, üçten sonra dördüncüyü hissetmezsin bile.

o anı açıklamak gerekiyor şu an.

mingi'nin defalarca gittiği o atölyede yunho'ya ayrılan kısımda bulunan ve bir sürü damla şeklinde renk lekelerinin içindeki mermer masanın üstünde, çırılçıplak. diz kapakları ve elleri masaya dayalı iken sırtı yukarı bakacak şekilde duruyor ve en başta ona kimse yokmuş gibi geliyor. etraf sessiz. yine de mingi de oraya yeni gelmemiş, belli. elleri ve dizlerinin bulunduğu yer sıcaklamış çünkü. yine de neden o pozisyonda, çırılçıplak durduğunu anlamıyor.

ta ki onun sesini duyana kadar.

"bu şekilde beklemek hoşuna gitmedi, değil mi?" ve mingi sırtının üstünde soğuk mu soğuk bir elin baskı yaptığını hissediyor. "fırçaları temizlemem gerekti."

"biliyorum." diyor mingi irkilerek. sanki ayarlanmış bir alet gibi, söyleyeceği şeyler kendisinden bağımsız şekilde ayarlanmış. stresi en içinden hissediyor.

"o zaman," diye mırıldandı yunho ve elindeki dört tane, sular damlayan fırçayı mingi'nin ayağının yanına yerleştirdi.

mingi'nin şakaklarından stres yüzünden ter akıyordu, ne zamandır o pozisyonda durduğunu bilmese de hiçbir yeri ağrımıyordu. yunho onun önüne ilerleyip çenesinden tuttu ve yukarı kaldırarak kendisine bakmasını sağladı.

"çok mu stres oluyorsun?" bir yandan diğer eli mingi'nin kalçasına ulaştı, sudan çıktığı için elleri gerçekten soğuktu. kalçada duran el fazla beklemeden mingi hangi parmak olduğunu anlamasa da deliğini dolduran bir parmak hissetmesiyle nefesi kesildi. ardından başını sağa sola salladı.

yunho parmağıyla onu becerirken gözlerini mingi'den ayırmıyordu.

"çoktan ıslanmışsın, mingi. inanılmazsın."

"hızlan, lütfen."

yunho bunu duymasıyla yüzündeki gülümsemeyle parmağını onun içinden çekti. öpecek kadar yakınken asla öpmüyordu, mingi zaten hiçbir rüyasında öpüşmüyordu. sadece bir sürü insan onun vücudunu kullanıp gidiyordu ve mingi nefes nefese uyanıyordu.

ama ilk defa rüyasında yunho vardı.

"ne... neden böyle yaptın?" mingi'nin kafası karışıktı, yunho karşısında az önce mingi'nin içinde olan parmağı dudaklarının arasına alıp emişini izlerken penisinin karıncalanmasını hissetti.

"çok işimiz var bugün, mingi. bu fırçaları neden getirdim sanıyorsun?" derken yunho yavaşça arkaya doğru geçti, mingi'nin kalçasının önüne.

mingi arkasına bakmaya çalışsa da sanki elleri ve dizleri oraya yapıştırılmış gibiydi, bir türlü hareket ettiremiyordu. kafasını çevirerek olabildiğince olan biteni görmeye çalıştı. beyni çalıştırmayı durdurmuştu, sadece uyum sağlıyordu olanlara.

little secret, yungi✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin