yatak tüm odayı kaplıyor.
yatak hatta sonsuz uzunlukta gibi hissettiriyor.
mingi'nin içinde sıcak bir doluluk var, bu doluluğun kalçasından damlalar halinde yatağa damladığını hissederken vücudundaki hassaslıkla büyük bir rahatlama hissediyor. üstünde yarıya kadar çekilmiş bir yorgan var, sigara kokusu basmış etrafı.
tam da o an var oldu mingi. bir damlanın daha kalçasından yatağa aktığını hissederek. küçük bir ağrı vardı belinde sebebini çözemediği, tavandaki ampule bakarken yüzünü buruşturdu. bir eli beline uzanmıştı.
"çok mu ağrıyor?"
yunho'nun sesi. kendisine dönük şekilde yatıyor, bir elini başının altına yerleştirmiş şekilde bakıyor.
ona ait olduğuna şaşırmıyor mingi, sanki az önce onunla yattığının bilincinde.
"biraz."
"yoruldun üstümdeyken."
"evet." diye mırıldanıyor mingi ve gülümsüyor, nedense bu rüyanın diğer kabuslarına kıyasla rahatlatıcı bir havası var. rahatsızlık ise içinde, minik bir parçası rüyasında bile kendinde bulunuyor ama ortam rahatlatıcı. yatak yumuşacık. bembeyaz nevresim takımı güzel kokuyor.
yunho o ara arkasını dönüp yanda bulunan ve mingi'nin yeni fark ettiği komodinden paketli bir şeker eline alıyor, pembe renkte şeker. paketi ise şeffaf. yunho hafif oturur pozisyona gelirken hızlıca açıyor paketi ve öylesine çöpü fırlatıyor, mingi'ye bakıyor elinde tuttuğu şekerle.
"ister misin?"
mingi ise ağzındaki o iğrenç tadı tam da o an hissediyor. sonuçta bu bir rüya, tabii ki o an hissediyor.
"evet." diyor mingi, elini uzatsa da yunho şekeri ağzına atıyor.
"al o zaman."
sonrası ise uzun, çekişmeli ve resmen kazananı olan bir öpüşme.
mingi hızlıca onun üstüne atılıyor, dudakları birleştirirken bir saniye bile düşünmüyor ve daha önce hiçbir rüyasında öpüşmeyen, sadece canice kullanılan biri için aniden atılması garip geliyor kendine de. çenesini kavrayan ele karşı diller birleşiyor ahenk içinde, vurgulamalarıyla noktasına kadar ezberlenmiş bir şiiri muntazam okur gibi öpüyorlar birbirlerini, öyle bir uyum ve rahatlama hissi yaşıyor mingi. yunho'nun ağzındaki şeker daracık ağızda inat eder gibi kayıyor da kayıyor, resmen kendini oyuna alet ediyor ve mingi ise bu oyunu kurallarına göre, zevkle oynuyor.
büyük bir açlık söz konusu, mingi'nin çenesinde duran el yavaşça onun boynuna ilerliyor ve bir kavrama hissediyor mingi boğazında. asıl hedef onun ağzındaki şekeri almak iken yunho'nun ağzında erimeye başlamış şekerin tadı bile yetiyor mingi'ye, çilekle bürünüyor ağzı ve salyaları bile pembeye boyanıyor sanki. mingi elini onun saçlarına daldırıyor bir pamuk tarlasında dolanır gibi bir rahatlıkla. onun saçlarını geriye itiyor, ardından ensesine kadar getiriyor ve ayrılmasını, uzaklaşmasını ister gibi kendine doğru bastırıyor. sanki yunho dudaklarını çekse bir küfür kazanacak, sanki bu dünyadan adı silinecek gibi. sanki o dudaklarını ayırdığı, o son salya köprüsü bozulduğu an rüya bitecek gibi.
bu yüzden mingi onun soluklanmasına bile izin vermiyor aslında kendisi boynunu kavramış el nedeniyle daha zor durumda olmasına rağmen. burnundan verdiği nefes yunho'nun yanağında hayat buluyor, diller yeni kutalara doğru keşfe çıkmış ve burada toprak o çilekli şeker dışında bir şey değil. o toprak; yani yaratan, can veren, hayat veren. aynı yunho'nun dudakları gibi. onlar da hayat veriyor, onun nefesi yoktan var ediyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
little secret, yungi✓
Fanfictionyunho modern sanatla ilgilenen öylesine bir adamdı, mingi ise yaşadığı sorunları kimseye anlatamıyordu. ann