günler geçiyor ve hava kendini sıcak dalgaların boğuculuğuna bırakıyordu yavaş yavaş. açan çiçekler yerine iyice yerine sinmiş, mingi'nin caddeye bakan balkonuna sarkan büyük ağacın kokusu rahatsız edici gelmeye başlamıştı.
mingi ise bugün kafasına bu ağacı takmıştı. dalları iyice balkonuna girmeye başlamıştı, uyandığı andan beri nerdeyse ağacın dallarını küfrederek koparmakla meşguldü. böyle bir iş yapmak ise düşünmek için uzun bir süre tanıyordu mingi'ye.
akşam yemeği randevusunun üstünden bir ay geçmişti ve yunho o günden sonra mingi'yi bir gerilim filmine davet etmiş, akşam saatlerinde bir kahve içtikten sonra sinemaya girmişlerdi. böyle insancıl randevular hoştu, güzel hissettiriyordu. sonrasında ise yine bu tarz birkaç randevu ayarlamıştı; günü birlik antik kent gezilerine çıkmışlardı ikisi birkaç kere. yunho her izin gününde mingi ileydi. mingi ise artık şaşırmayı bırakmış, onun varlığına alışmaktan korkar bir vaziyetteydi sadece. her gün bir kere arıyordu yunho onu ikinci molasında akşama doğru, nasıl olduğunu soruyor, yemek yiyip yemediğini soruyordu. bazen ise bir sonraki randevu planlarını açıklıyordu ve o konuşmaya girdiğinde mingi heyecandan yaptığı işi unutuyor oluyordu.
ama işte, yunho giderdi yine. mingi buna nedense emindi. hatta mingi tamam, bence doğru söylüyor, cidden değişti ve beni istiyor dediği an gidecekti yunho. o yüzden alışmak istemiyordu. her randevusuna bu son buluşmamız diyerek gidiyor ama her defasında da evlere döndüklerinde yunho ona ne kadar eğlendiğine ve bir sonraki için sabırsızlandığına dair mesaj atmayı asla aksatmıyordu. böylece ayarları her hafta sıfırlanıyordu mingi'nin.
"senin tohumunu buraya atanı da, dallarını da, yapraklarını da..." diyerek söylendi mingi. en azından artık yenilme kavramını atabilmişti kafasından, olaya böyle bakmamaya başlamıştı. yunho'ya şans vermeyi ne kadar deniyor olsa da bir tarafı onu her zaman yaptığı gibi geri çekiyordu. çünkü eski yunho bir caniydi, yarattığı tahribat ise mazur görülür cinsten değildi.
mingi kapısının zilini uzun süre duymamıştı dal seslerinden dolayı, en son doğrulup ellerini beline koymasının ardından duyduğu sesle hızlıca kapıya yöneldi. aşırı terlemişti ve bu da sinirlendiriyordu onu.
gelen kişiler seonghwa ve hongjoong'du.
"yakınlardaydık, uğrayalım dedik." dedi seonghwa direkt içeri yönelirken.
hongjoong bir süre sevgilisini izledi, çat kapı geldikleri için rahatsız olmuştu biraz.
"aslında aradık seni ama açmadın, mingi. habersiz gibi oldu bu yüzden. işin var mıydı?"
"gel ya, saçmalama." dedi mingi. ter içindeydi cidden. "balkonda işleniyordum, duymamışım. gel."
üçü de salona geçti bir sürenin ardından. seonghwa tabii ki yunho'yu sormuştu.
mingi'nin aklında sadece aptal ağacın aptal dalları vardı.
"yunho mu... o, işte... aynı. iyi."
hongjoong sadece ismen ve kötü biri olarak biliyordu yunho'yu. o yüzden garipser gözlerle ikisine baktı. mingi fark etmişti.
"kanka, sen yunho'yu her şeyiyle anlat. ben balkondaki işimi bitireyim, gelip güncellerim." diyerek koltuktan kalktı. iki büyük çöp poşetine dalları doldururken yunho ile olan hikayesini uzakta olduğu için bir fısıltı halinde olsa da baştan dinlemişti. sadece yujin'in arkadaşı olarak tanıdığı dönemler tekrardan aklından geçmişti çöpleri hazırlarken. mingi bu anıları da çöpe atıyor gibi hissetmişti aynı anda.
işi bitince havalar sıcak olduğu için soğuk içecek doldurup geldi döndü, ikram ettikten sonra tekrar yerine oturdu.
"fena bir hikayeymiş cidden." dedi hongjoong içeceğinden içerken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
little secret, yungi✓
Fanfictionyunho modern sanatla ilgilenen öylesine bir adamdı, mingi ise yaşadığı sorunları kimseye anlatamıyordu. ann