22

202 32 124
                                    

askimsular iki bölüm attım önce 22'i okuduğunuza emin olunnn
bir de cok düzenlemeye vaktim olmadi

iyi okumalarrrr🩷

-

klasik bir laftı belki ama aşk sanki cidden bulaşıcı bir hastalıktı. eve sıkılan bir koku gibiydi, her koklayan insan ferahlardı. kalabalık evde pişirilen yemekti, yiyen rahatlardı. aşkın iyi ve mutlu hali ilaçtı, bir motivasyondu. hayatına devam etmek için içilen bir mutluluk hapıydı aşk.

yunho hayatında ilk defa sevmeye, sevgiye, aşka ve benzeri tüm terimlere inanıyordu. tanrı'ya, enerjiye, fala inanmayan adam hiçbir şeye inanmadığı kadar aşka atmıştı teknesinin çapasını.

özgür olduğunu sanarken nasıl bir kafesin içinde yaşadığını fark etmişti yunho.

mingi ise yine bir kafesin içine düşmüştü yunho yüzünden. içinde bir türlü çıkış yolu bulamıyor, onun samimiyetine inanmıyor ve haliyle kendisine asla güvenmiyordu. bir yıldır tanıyordu yunho'yu ve bir anda değişeceğine ihtimal dahi vermese de yunho değişiyordu işte. sonuna kadar samimiydi, kendisiyle ilgili planları vardı. gün içinde kişisel gelişim ve ilişki rehberliğiyle ilgili podcastler dinliyor, aynı konuda kitaplar okuyor ve hayatla ilgili hangi içeriği görse ona takılıyordu.

çalıştığı kafede birkaç arkadaş edinmişti mesela, hepsi sıradan ve normal insanlardı. mutfaktaki şef mesela, kendisinden birkaç yaş büyük ve aşırı sıradandı. yunho bayılıyordu onunla sohbet etmeye çünkü bir yerde onu da kendine rehber bellemişti. şu aralar gerçekten kimden kendisine fayda sağlayabilecek gibiyse o kişiyi hayatına anında sokuyordu.

"bomboş, küçük bir oda gibi düşün hayatı." demişti kafedeki şef. "beyaz duvarlı, sıradan, boş bir oda. bu odaya ne koyacağın senin elinde. eğer düzgün ve alışılmış şekilde bu odaya kanepe ya da yatak, dolap falan koyarsan rahat edersin, sıradan bir oda rahatlıktır. ama eğer oda farklı dursun diye dikenli zemin yaptırırsan, ortaya ağaç dikersen bu oda sana sadece sıkıntı getirir. evet, farklı olur mu olur ama odanın kapısı kapalı, bu farklılığı bir sen görürsün. bok gibi bir odada, rahatsızlığın ortasında farklılığınla böbürlenir, durursun."

yunho bu benzetmeyi de ondan dinledikçe kafasında her şey daha da netleşmişti.

"peki ya ben o odaya çoktan dikenli zemin yaptırdıysam, ağaç diktiysem? o zaman ne olacak?"

adam on dakikalık molasının ortadında sigarasından derin bir nefes almıştı.

"sike sike zemini sökecek, ağacı keseceksin. hayat dediğin tek odalı ev, başka oda yok. sike sike düzelteceksin o odayı."

konuşma bu kadardı. yunho kafasında yeni planlar oluşturmaya başlamıştı mingi için.

ileriki günlerde aramıştı onu, mingi önce reddetmiş, sonraki aramada açmıştı.

"ne oldu, yunho?"

"hangi gün boşsun?"

mingi onun aradığını görünce ne kadar umursamamış olsa da tekrar arayınca kütüphaneden hızlı adımlarla çıkmak zorunda kalmıştı.

"nasıl yani? ne için?"

"seni randevuya davet etmek istiyorum, güzel bir yerde yemek yiyelim. hangi gün boşsun?"

mingi'nin mantığı, o hızlanan kalbin üstüne oturdu.

"herhangi bir gün müsait değilim senin için. seninle olmak istemiyorum, yunho. ne zaman anlayacaksın bunu?"

kısa bir süre sessizlik yaşandı.

"şöyle, cumartesi ve pazar izin kullanamam yoğunluktan dolayı. bugün pazartesi, istersen kendimi perşembeye göre ayarlayabilirim. ne dersin?"

little secret, yungi✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin