Sınav Haftası

32 10 0
                                    

Han oturduğu sırada kalemini kemirirken bacağını stresle sallıyordı. Minho Han'ın önünde duran sınav kağıdına baktı, henüz hiçbir işaretleme yapılmamıştı. Dudaklarının arasından çıkardığı kalemi tutarken elinin titrediğini fark etti. Üstelik gereğinden çok daha şiddetli titriyordu Han'ın elleri.
Minho ona doğru yaklaştı ve titreyen elini tuttu. "Hey, iyi misin?" diye fısıldadı. "Sorular gayet kolay, yapabilirsin. Çalıştıklarımızı hatırla yeter." diye devam ederken sınıfta tur atan hoca anında kükredi. "Hey! Siz! Konuşmayı kesin. İlk defa mı sınava giriyorsunuz! Kendi kâğıdınıza dönün."
Minho Han'ın gözlerine birkez daha bakıp önüne döndü. Minho sınav boyunca arada sırada dönüp Han'ı kontrol etmişti. Titremesi az olsun azalmış, sınava odaklanmıştı.

Sınav bitince Minho onun canını sıkmak istemediği için çizgi romanlar hakkında konuşmaya başladı.
"Sana ödünç vermemi ister misin?" dedi bahsettiği bir çizgi roman için.
"Sınav haftasından sonra olur." dedi Han.
Minho Han için endişelendiğini belli etmemek için gülümsedi. "O halde daha sonra veririm."

Okul çıkışında her zaman olduğu gibi birlikte bir kafeye gitmeyi uman Minho, okul biter bitmez Han'ın yanına varmıştı bile. Ancak Han her zamankinden solgun bir ifadeyle söze girmişti.
"Sınav haftasından sonra gezmeye ne dersin?" demişti Minho'ya sahte gülüşüyle bakarak. Minho kendini berbat hissediyordu. Sürekli onu bir yerlere çağırıp, gezmeyi teklif ediyordu ancak o sınavlar için stesliydi. Ona destek olması gerekirdi. Bir arkadaş böyle yapardı.
Han kendi evine doğru giderken Minho kendi evine doğru gitti. İçindeki bu his yalnızlık mıydı, yoksa endişe miydi? Belki de ikisiydi de.
Hızlıca masasına ilerledi ve bir ders kitabı çıkarıp eline bir kalem aldı.
İlk soruyu çözdü.
İkinci soruyu çözdü.
Üçüncüyü çözdü.
Ve kalemi elinden fırlattı. Odaklanamıyor, sürekli onu düşünüp duruyordu. Onun için bir çözüm yolu bulmak istiyordu kendince. Ancak elinden bir şey gelmedi.

Hava kararmıştı çoktan. Dersin başından çoktan kalkmış eline bir manga almıştı. Bugün bitirdiği üçüncü mangayı rafına geri koydu ve üzerine kendisini yaşça büyük gösteren bir ceket geçirdi. Hava yağışlıydı. Eline bir şemsiye aldı ve dışarı çıktı. Sokak lambalarının aydınlattığı karanlık yolda tek başına yürürken en sevdiği şarkıyı dinliyordu.
Gather my tears.
En yakınındaki markete girdi ve bir süre reyonların etrafında dolandı. Sadece birkaç şişe bira aldı ve parasını ödemek için kasaya ilerlerken başını önüne eğdi.
"18 yaş üsüsün değil mi?" diye sordu kasadaki hayattan bıkmış kadın.
"Evet." diyerek yalan söyledi ona.
Kadı şüpheli olmasına rağmen biraları ona verdi ve parasını aldı. İnsanlar bildikleri şeylere rağmen artık uyarmıyorlardı bile birbirlerini. Minho marketten çıktığı anda gözüne çarpan otomatın yanındaki çocuğu gördü. Kenara oturmuş ve yağmurun altında ıslanmak umrunda bile olmadan sessizce ağlıyordu. Kim olduğunu bilmiyordu, yüzü tamamen kolları tarafından örtülmüştü, ancak yanına gitmek istediğinden emindi. Adımları su birikintilerine çarparken pantolonunun paçaları sırılsıklam olmuştu. Şemsiyeyi ona doğrulttuğunda saçları bardaktan boşalırcasına yağan yağmura maruz kaldı. Çocuk onun tişörtünü tutup çekti ve başını kaldırıp ona baktı. Han'ın ağlamaktan şişmiş gözleriyle buluştu Minho'nun gözleri. Bu sefer canı iki kat yanmıştı. Onun hizasında çömeldi.
"Burda ne halt ediyorsun sen?" diye sordu endişlenerek. "Hasta olup okulu asmayı planlıyorsan eğer bana da haber vermelisin."
Han sanki bir damla göz yaşı dökmemiş gibi gülümsedi. "Hayır, planımda yok. Ama olursa haber veririm."
Minho ona ne kadar yakın olduğunu düşündüğü an sıcak bastı. Ayağa kalkıp onu kaldırmak için elini uzattı, Han hiç tereddüt etmeden onun elini tuttu ve ayağa kalktı. Minho'nun elindeki şemsiyeyi onun ellerinin üzerinde tuttu ve şemsiyeyi Minho ıslanmayacak şekilde ortaladı.
"Sınav haftasında benim yüzümden hastalanma." dedi gülüşünü koruyarak.
Minho elindeki bira dolu poşeti kaldırdı. "İçmeye gidelim mi?"
Han hafifçe kıkırdadı. "Onları nasıl aldın sen?"
"Eh, sanırım olduğumdan büyük gösteriyorum." dedi Minho omuz silkerek.

Yarıda bırakılmış, kullanılmayan boş bir inşaat binasına girdiler ve en üst kata çıkıp sınırsız özgürlüğe bakan terastan ayaklarını sarkıttılar. Han sanki hiç olmadığı kadar özgür hissediyordu kendisini. Belki Minho'yla olduğu içindi, belki de suratına esen soğuk rüzgar eşliğinde ışıldayan şehri seyretmektendi. Minho ise hiç tatmadığı bir mutluluk içerisindeydi. Elleri Han'a dokunmak için can atıyordu sanki. Ona dokunamazdı. Ancak bu kadar yakınında otururken bu rüzgarlı havada onun vücut ısısıyla ısınıyordu. Rahatlıyor, kendini bu kimsesiz binada evinde hissediyordu.

"Hızlı içiyorsun. Yavaşla." dedi Minho. Kendisi henüz ilk şişesini içerken Han ikinci şişenin dibini içiyordu.
"Kimin umrunda." dedi Han. Gerçekten de umursamaz bakışları Minho'nun içini acıtmıştı.
"Benim."  diye yanıt verdi ona.
"Bırakta içeyim." eli üçüncü şişeyi açmak üzere poşete uzanırken Minho onun elini tutup geri itti.
"Sarhoş olacaksın." dedi.
"Yani? Sorun parası mı? Sana öderim sorun değil, tamam mı?"
"Sorun para falan değil, Han."
Han gözlerini kısarak ona baktı. Belki de çoktan sarhoş olmuştu bile.

Ona bir kaç kez durmasını söylese bile durmadı. Kalan beş şişeyi de Han içti ve sarhoş oldu. Han ayağa kalkarken Minho, o aşağı düşmesin diye elini tuttu, anacak ayyaş ayyaş yürürken zaten yere çakılıp duruyordu. Han'ın kolunu tutup kendi omzuna attı ve az olsun dengesini korumasına yardımcı oldu. Binanın merdivenlerinden inerken Han, Minho'ya bakıp uyuşuk bir gülümsemeyle "Hiç bir erkeğe aşık olduğun oldu mu?" dedi. Minho'nun boğazı düğümlendi ve öylece suratının dibindeki dudaklara baktı. O kadar uzun süre o dudaklara bakmıştı ki her santimini ezberlemişti. Minho kendini konuşmak için zorladı. Ağzını araladı bir şeyler söylemek için. Ama yanağına değen elin sıcaklığıyla kendinden geçti. Han ona daha çok yaklaştı ve dudaklarını öptü en sonunda. Minho bu olanlara inanamamıştı. Ancak Han dilini onun boğazına kadar soktuğunda tüm vücudu kasıldı. Han dilini ustaca çevirirken kısa bir süreliğine geri çekildi ve ardından tekrar onun dudaklarına yapıştı. Han, Minho'nun alt dudağını ısırdığında Minho yerinden sıçradı. Kendine sürekli aynı şeyi söyledi;
Sadece sarhoş.
Sadece sarhoş.
Han geri çekildiğinde ona şaşkın bir yüz ifadesiyle baktı. Sanki Minho'nun bir şeyler söylemesini bekler gibi. Cevap alamayan Han bir basamak daha aşağı indiğinde neredeyse düşecekti, neyse ki Minho onu yakalamıştı. Han kocaman açık gözlerini bir kez daha ona çevirirken Minho'nun kalbi deli gibi atıyordu.
"Seni öpebilir miyim?" diye sordu sakin bir sesle Han. Minho bu soruya nasıl hayır diyebilirdi ki? Olduğu yerde donup kaldı bir kez daha. Han bir basamak yıkarıya -Minho'nun yanına- çıktı.
Ona öyle yakındı ki...
Minho tereddütle başını öne arkaya salladı. Bunu yapmaması gerektiğini düşünse bile onu kabul etti. Han ellerini ağır hareketlerle Minho'nun boynuna doladı ve onu kendine çekip dudaklarını öptü. Bu sefer Minho ona karşılık verebilmişti. Han ellerini onun boynunda gezdirerek tişörtünün yakasına ulaştı, sanki tişörtü parçalamak ister gibi yakasını çekiştiriyordu bir yandan da. Dudaklarını Minho'dan yavaşça ayırdı ve onu duvara yapıştırıp iyice yaklaştı, tüm bedenini Minho'nun bedenine yasladı. Han dudaklarını Minho'nun boynuna götürdü ve onu dilediği gibi öptü. Dilini dolaştırdı onun sıcacık boynunda. Bir yandan elleri onun tişörtünü  içindeki tenini okşuyordu sanki. Sıcak tenini dudaklarının arasına alıp emerken elini onun pantolonuna götürdü. Minho başını geriye yatırmış, kendini teslim etmişti ona.
"Han..." diye mırıldandı Minho.
Ellerini Minho'nun iki bacağını arasına soktuğunda Minho nefesini tuttu.
"Sessiz olabilir misin?" diye fısıldadı Han onun kulağına.
"Ertesi gün pişman olacaksın." dedi dişlerini sıkarken Minho.
"Sanmıyorum.." dedi Han başını yana yatırıp. "Peki sen pişman olacak mısın?"
Minho zorlukla yutkundu. "S-sanmıyorum.."

The Lonely Cat | MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin