Derslerimiz bittiğinde hep beraber- Hyunjin, Felix, ben ve Han- birlikte Han'ın dayısının yerine gidecektik. Ancak Hyunjin'in bir akrabası hastaneye yatırılınca Hyunjin onu ziyaret etmesi gerektiğini söyledi. Haliyle Felix'te onunla birlikte gitti.
Dört kişiden geriye Han ve ben kaldık.
"Gidiyor muyuz?" diye sordu.
"Hı-hı."Bu sefer yemek de yedik. Gerçekten buranın yemekleri güzeldi. Uzun süre orada oturup sohbet ettik ve bira içtik.
Han, haddinden fazla bira içince kafası iyi oldu. Ancak hala yürüyebiliyordu. Daha fazla içmesine izin vermedim.Hava karardığında çoktan sokaklara çıkmıştık. Han'ın attığı adımlar sağlam değildi. Bu yüzden onun elini sıkıca tuttum.
Önce bana, sonra ellerimize şaşkın şaşkın baktı. "Ne yapıyorsun sen?" dedi.
"Düşme diye." dedim.
Gülümsedi. "Ahh, peki o zaman." dedi. Önüne döndü ve yürümeye devam etti. Sonra durup bana baktı. "Dün stüdyoyu sevmiş gibiydin." dedi. "Oraya gidelim hadi."
"Şimdi mi? Bu saatte açık olur mu ki?"
"Orası 7/24 açık." dedi. "7/24" diye tekrar etti. "24/7... 24'te 7. Ya da 7'de 24. 24 saat açık. O zaman ne diye 7 var? Direkt 24 desek?" kendi kendine saçmalamaya başladı. Ben de ne dediğini anlamaya çalıştım.
"24 7'ye bölünür mü ki? 7 kere 3... 22.. Yoo, 12 ayh, 21. Evet, 21. 7 kere 4... 21, 22, 23, 24,25... 28! Eee? Bölünmüyor işte."Stüdyoya varana kadar kendi kendine zırvalayıp durdu. Zırvalamak onu yormuş olmalı ki vardığımız anda kendisini kanepeye attı.
"Şarkı söyleyebileceğinden emin misin? Kafan biraz uçuk sanki." dedim sandalyeye otururken.
Başını kaldırıp hayretle bana baktı. "Şarkı mı söyleyecektik."
"Evet. Yani sen söyleyecektin." dedim.
Sanki bu şarkı bir nebze umrumda değilmiş gibi elini havada savurdu. "Bu sefer sen söyle o zaman."
"Aah... Buna gerek yok."
"Var!" dedi ve uzandığı yerden kalktı. Beni de ayağa kaldırdı ve kabine doğru itekledi. Askılıktaki kulaklığı alıp kulağıma üstün körü taktı.
"Hiçbir şarkı sözünü bilmiyorum ki." dedim ona. Yüzündeki yarım yamalak gülümseme hayal kırıklığına uğramış gibi anında yok oldu. "Doğru ya." dedi. Kısacık bir süre düşündü. "O halde unut gitsin. Zaten güzel bir şarkı değil." dedi ve kabinden çıkıp kanepenin köşesine kuruldu. Kulaklığı askılığa geri koyup peşinden gittim ve koltuğun diğer tarafına, ondan uzağa oturmam gerekirken doğruca yanına oturdum. Başını omzuma yasladı. Ya da sadece yorgunluktan başı düşmüştü.
"Bence gayet güzel bir şarkı." dedim. Bir cevap vermedi. Sessizce oturduk. Onun çoktan uyumuş olduğunu düşündüm. Uzun zamandır dokunmadığım saçlarını okşadım. Eskisi gibi yumuşak ve gürdü.
Beklemediğim bir anda başını bana çevirdi ve kapanmak üzere olan dalgın gözlerle bana baktı. Çenesi omzuma dayalıydı. Gözleri önce dudaklarımda, sonra gözlerimde dolaştı.
Kıpırdanarak duruşunu dikeltti ve bana yaklaştı. Kıpırdamadan ne yapacağını görmek için bekledim. Bana sokuldu ve dudaklarımı öptü. Tüm vücudunu bana çevirdi ve kollarını boynuma sardı. Parmaklarını saçlarıma doladı ve dudaklarını daha sert bastırdı. Dudaklarını bir an bile ayırmadan üzerime doğru gelmeye devam etti. Ellerimi beline koydum ve hafifçe yukarı çıkmış tişörtünün içinden çıplak tenine dokundum.
Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında ikimiz de soluklandık.
Han bu sefer boynumu öptü ve hafifçe emdi. Başımı geriye atarken onun bacaklarından tutup kendime çektim ve kucağıma aldım.
"Ne yaptığının farkında mısın?" diye sordum.
"Sarhoş değilim." dedi.
"O halde durma."
Beni birkez daha öptü. Bastırdığı dudaklarını bunu yaptıktan birkaç saniye sonra hızlıca çekti ve benden olabildiğince uzaklaştı. Başı öne düşmüştü. Bir süre sessizce oturdu. Sonra "Üzgünüm." diye mırıldandı. "Sarhoş değilim. Bu yüzden yapamam."
"Sorun yok." dedim rahat bir şekilde.
Bir şey demedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lonely Cat | Minsung
RomanceÖlü Kedi'nin Minho'nun bakış açısından anlatıldığı bu seferde işler göründüğünden çok daha değişiktir. İlk olarak Ölü Kedi'nin okunmasını tavsiye ederim. İlk bunu okursanız diğer kitaptan spoiler almış olursunuz. ⚠️