Lise Başları
Üçüncü tekilEsen sert bir rüzgarla koyu kahve saçları dalgalandı. Soğuktan donan ellerini montunun cebine attı ve nefesini verdiğinde oluşan dumana baktı. Kar yağıyormuş gibi soğuktu bu kasım ayı. Bir yandan etrafını kolaçan ediyor, bir yandan da bir ileri bir geri yürüyordu. Elini cebinden çıkarıp hardal rengi şeridi olan eski saatine baktı. Olması gerekenden erken gelmişti, ama yinede beklediği kişinin henüz gelmemiş olması onu sinir ediyordu. Birkaç dakika sonra artık öfkeyle dolmuştu.
"Bu adam nerede?" diye düşünüyordu. Neyse ki kısa bir süre içinde siyah kapşonlu o adam görüş alanına girdi. Taktığı şapkanın yüzünü örtmesi için iyice öne çekmiş, başını öne eğmişti. Adam onun yanına geldi ve hiç bir şey demeden durdu. Adam kollarını esner gibi iki yana açtı ve eline küçük poşetleri tutuşturdu. Adamın verdiği poşetlere karşılık bir miktar paranın bulunduğu zarfı adama verdi. Poşetlere hızlıca göz atıp istediği şey mi diye kontrol edip hemen montunun cebine attı. Adama teşekkür eder gibi bakıp samimi olmayan bir gülüş sergiledi ve ardına bakmadan oradan uzaklaştı.Hızlı adımlarını kesen bir çift eski spor ayakkabı görmesiyle yüreği ağzına gelmişti. Başını ayakkabılarını sahibine çevirdi ve baktı.
"Affedersiniz." dedi ve yanından süzülüp geçti.
"Tanışıyor muyuz?" diyen sesi duymasıyla olduğu yerde durdu. Arkasında bıraktığı bu yabancıya döndü.
"Ne?"
"Tanışıyor muyuz dedim." karşısındaki çocuğun en fazla lise öğrencisi olması gerekiyordu. Başını iki yana sallarken bu çocuğun gözlerine bakmaktan kaçınmadı.
"Sanmıyorum."
Çocuk ona doğru iki adım attı. Durduğu anda fazla adım atıp gereksiz bir yakınlık hissine kapılarak geri adım atmıştı.
"Seni daha önce gördüm." dedi çocuk eliyle onun suratını işaret ederek.
"Hayır." dedi Minho usulca.
Çocuk düşünür gibi mırıldandı. "Adın neydi senin?"
"Minho." dedi. "Adım Minho."
"Haa." dedi çocuk ağzını aralayarak. "Sanırım gerçekten tanışmıyoruz, üzgünüm."
Minho gözlerini çocuktan alamadı. Sebepsizdi. Sadece bakmak istiyordu o kadar. En sonunda önüne döndü ve yürümeye başladı. Cebinden bir şeyin düştüğünü hissetti.
"Siktir." diye mırıldandı sessizce.
Çocuk arkasından gelirken hızlıca arkasını dönüp yerde düşürdüğü poşeti aradı. Elbette görmüştü. Ancak çocuk erken davrandı ve poşeti eline aldı. Poşeti uzatırken kaşları çatıldı. Minho hızlıca elindeki poşeti ondan alıp cebine tıkıştırdı.
"Polisi aramam korkma." dedi çocuk.
"Polislik bir durum yok."
"Öyleyse aramam seni rahatsız etmez." dedi.
"Sadece bir şey söyleme." dedi sinirli sesini bastırmaya çalışarak.
"Tedavi olmayı denemelisin." diye tavsiyede bulundu çocuk.
"Tavsiyene ihtiyacım yok. Sadece unut gitsin." arkasını döndü ve koşar adımlarla uzaklaştı.
Karşılaştığı ilk ara sokağa girdi ve sırtını bir duvara yasladı. Cebinden poşetleri çıkardı, elleri titriyor, bir an önce içine çekmek istiyordu. Poşeti açıp içinden bir tane aldı ve çakmağıyla ucunu yakıp içine çekti. Titremesinin hafiflediğini hissedebiliyordu. Etrafına bakındı ve bir kez daha dudaklarını sarılı kağıda dayadı.
Aniden koşan bir çocuk sokağa daldı. Deli gibi koşuyor, omzunun üzerinden dönüp gerisine bakıyordu. Çocuğun ardından iki polis koşmaya başlayınca Minho yeni yaktığı sigarayı istemeye istemeye söndürdü ve koşmaya başladı. Polis düdüğünü çalıyor arkalarından durmaları için haykırıyordu. Minho'nun tek yaptığı önündeki bu yabancının peşinde koşmaktı.
Yabancı birkaç ters köşeyi kusursuzca dönerken Minho sendeledi. Çocuk karşısına çıkan çıkmaz yolu görünce durdu.
"Siktir."
Önlerinde duran tel örgülerle kapanmış yola baktı. Minho durmadı ve tellere tırmanmaya başladı.
"Napıyorsun?" dedi çocuk.
"Hapse girmiyorum."
Çocuk tereddütle etrafına bakındı ancak duyduğu düdük sesiyle o da tırmanmaya başladı. Minho çoktan karşı tarafa geçtiğinde durup çocuğa yardım etti.
"Sağol." dedi çocuk yere atlarken.
Koşmaya devam ettiler ve uzaklaştılar.
"Kimsin?" diye sordu çocuk.
"Adım Minho."
"Minho." diye tekrarladı. "Ben Changbin."
Başını hafifçe sallayarak onu selamladı. Nefesi nihayet normale dönüyordu. "İyi bir koşucusun."
"Sen de iyi bir tırmanıcısın." diye karşılık verdi çocuk.
"Sağol." dedi.
Bulundukları sokaktan çıkıp bir markete yöneldiler.
"Senin olayın ne?" dedi çocuk. "Sen neden kaçıyordun?"
"Uyuşturucu." diye yanıtlarken elini cebine attı. Boştu. Gözleri büyüdü.
"Hassiktir."
Diğer cebini de aradı, pantolonunun ceplerine de baktı ama yoktu.
"Hassiktir. Düşürdüm."
Sinirle dudağını ısırdı ve çaresizce etrafına bakınırken geldiği yola göz attı. Changbin peşinden geldi ve onunla birlikte aramaya başladı.
"Aman Tanrım, hepsini yeni almıştım. Sıçayım böyle işe."
"Sakin ol."
"Kapa çeneni."
Çocuk bu kaba tavrından hoşlanmayarak alaycı bir kahkaha attı.
"Üzgünüm." dedi Minho.
"Belki de tedavi olmalısın."
"Neden bugün herkes aynı şeyi söylüyor be?!"
"Belki de tedavi olman gerektiği içindir."
"'beki de tedavı olmn gerktiiçindır'" diye tekrar etti sesini değiştirerek.
Changbin yanına gelip omzundan tuttu. "Rahatla dostum. Sadece bir kağıt rulosu."
Minho'nun elleri titriyordu ve öfkeliydi. Bulamayacağını bilse bile aramaya devam ediyordu. Changbin ise çoktan pes etmiş bir kenarda oturmuş onu seyrediyordu.
"Lanet olsun." diye mırıldanırken Changbin'in yanına oturdu. Pes etmişti.
"Sen neden kaçıyordun?" dedi. "Polisten yani."
Changbin ona döndü. "Hırsızlık diyelim." dedi gülümseyerek.
"Ah," Minho toz toprakla kaplanmış elleriyle burnunu sildi. "Ben de küçükken marketlerden yiyecek çalardım." dedi geçmişi anımsayarak.
"Aç olduğun için mi, öylesine mi?" diye sordu. Bu saçma bir soruydu, kim öylesine yiyecek çalardı ki?
"Açtım." dedi. "Belki açlıktan ölmek üzereydim ve bende yaptım... Cebimdeki üç kuruş parayla bir markete girdim ve ceplerime seçtiğim yiyeceklerden doldurup kasadaki o tekli sakızlardan bir tanesini alıp onu ödedim."
Changbin güldü. Alaycı bir gülüş değildi, tatlı bulduğunuz şeyler yüzünüzü güldürür ya, işte onlardan biriydi bu gülüş. "En azından sakızı ödemişsin."
"Yakalanmamak için ödedim." diye karşılık verdi Minho gülerek. "Eğer hiçbir şey almasaydım bir şeyler çaldığımı anlardı."
"Vay çakal herif," diye hırladı. "Melek görünümlü şeytansın ha? Güzel."
"Melek görünümlü mü?" iri gözlerini açarak daha da büyük görünmelerini sağladı ve sorar gibi baktı.
"İyi birine benziyorsun."
"İyi biriyim zaten. Sadece evsiz, aç bir çocuktum." dedi. Bunları söylerken gülümsüyordu, acısını bastırır sanmıştı ama belli ki yanılmıştı. Şimdi ağlamak geliyordu içinden.
"Zor bir çocukluğun olmuş olmalı." dedi.
"Aslında hala çocuk sayılırım." ısrarla gülümsüyordu. Diş etleri ağrıyor, dişleri bu kuvvete zor dayanıyordu.
"15 yaşındayım." dedi.
"Ne?" Changbin gözlerini kocaman açıp ağzını araladı. "17 varsın diye düşünmüştüm."
"Eh,"
"Ben 17 yaşındayım." dedi Changbin.
"Yakında reşit oluyorsun ha?" Minho omzuyla hafifçe Changbin'in omzunu dürttü.
"Berbat hayatımın sona ermesine bir adım daha yaklaşıyorum. Heyecan verici." bu sözleri söylerken hiçte heyecanlı görünmüyordu. Aksine kasvetli bir havası vardı. "Bu iyi bir şey." dedi Minho.
Gerçekten böyle düşünüyordu. Ölmek iyi bir şeydi ve heyecanla o günü bekliyordu.
"Sen manyaksın."
"Hadi ama bu cehennemde yaşamayı seviyor musun? Tanrı'nın Bahçesi varken neden burada takılalım?"
"Tanrı'nın Bahçesi mi? Öbür dünyayı mı kastediyorsun? Sence bizim gibiler 'Tanrı'nın Bahçesin'e' gidebilir miyiz?" dedi.
"Belki bir gün."
"Belki." diye tekrarladı Changbin.
Derin bir nefes alıp ayağa kalktı. "Gitmem lazım. Seninle tanışmak güzeldi." dedi el sallayarak.
"Umarım sonra görüşürüz dostum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lonely Cat | Minsung
RomanceÖlü Kedi'nin Minho'nun bakış açısından anlatıldığı bu seferde işler göründüğünden çok daha değişiktir. İlk olarak Ölü Kedi'nin okunmasını tavsiye ederim. İlk bunu okursanız diğer kitaptan spoiler almış olursunuz. ⚠️