Okul Gezisi

38 12 0
                                    

"Katılacaklar danışman öğretmenine imzalı formu versin." diyen Coğrafyacı sınıfın kapısından başını uzatmış sınıfa bakıyordu.
Han heyecanlı adımlarla Minho'nun yanına gidip sırasına yaslandı. "Sen geliyor musun?" diye sordu.
"Bilmiyorum, kamp yapmak pek benlik değil gibi." verdiği cevap Han'ın suratındaki hevesi kırdı. "Daha önce kamp yapmadığına bahse girerim." dedi dudaklarını büzerek.
"Aslına bakarsan normal bir insana göre çok daha fazla kamp yaptım. Pek iç açıcı değildi."
Minho'nun kamp yapmaktan kastı, sokakta evsiz ve ayyaş insanların yaktığı ateşte ısınmaya çalışmaktı.
Han gözlerini devirdi ve Minho'nun omuzlarını tutup onu sarstı. "Hadi ama." dedi uzatarak. "Lütfen benimle kampa gel. Tek başıma çok sıkıcı olur."
Minho, Han'ın modunun bugün iyi olduğunu düşünerek rahatladı. Onun mutlu olduğu düşüncesi onu rahatlattı.
"Emin değilim. Belki olabilir." dedi omuzlarını Han'ın sıcak ellerinden kurtararak. Han zafer kazanmışçasına gülümsedi. "O halde geliyorsun." dedi.
Minho ilk önce duraksadı, Han'ın bu mutlu suratını bozmak istemediği için başını sallayarak onayladı. "Evet, geliyorum."
"Merak etme, çok güzel geçecek. Kamp ateşinin etrafında oturup marshmallow yeriz ve korku hikayeleri anlatırız." Han, aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını kaldırdı ama konuşmadı. Suratı normal haline dönmüş, gülüşü sonlanmıştı.
"Ne oldu?" diye sordu Minho.
"Bir şey olduğu yok." dedi Han sahte bir gülüşle.
"Söyle. Ne oldu?"
Han yerinde kıpırdandı ve parmaklarını saçlarından geçirerek geriye taradı. "Olmayan bir şeyi söyleyemem ki." dedi.
"Peki." dedi Minho arkasına yaslanarak. "Söylemezsen söyleme."
Han iç çekti ve bir çocuk gibi davranan Minho'ya baktı. Elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi kollarını göğüsünde buluşturmuştu.
"Çocuk musun sen?" dedi Han gülerek. Minho, Han'ın bu sözüyle birlikte kollarını masanın üzerine koyup duruşunu düzeltti. Han, Minho'nun hala asık olan suratına yaklaşıp Minho'nun çekici bulduğu o gülüşü yaptı. Minho sıcakladığını hissetse bile bu yüzüne yansımamıştı.
"N-ne?" dedi dili dolanan Minho.
"Kampa geliyorsun değil mi?" diye sordu emin olmak için.
"Evet. Geliyorum dedim ya."
"Güzel."

Kamp günü geldiğinde sırt çantalarıyla birlikte otobüsün en arkasındaki ikili koltuklara oturdular. Han, cam kenarında keyifle oturan Minho'ya bakıp duruyordu.
"Cam kenarına mı geçmek istiyorsun?" dedi Minho sırıtarak. Han başını sallayarak onayladı ve "Evet." dedi.
"Peki." dedi ve başını pencereye çevirip yolu seyretti. Han Minho'nun kolunu sertçe dürttü. "Tam bir pisliksin. Dönüşte ben oturacağım."
"O kadar istiyorsan gel kucağıma otur." dedi Minho. Han cevap vermek için açtığı ağzından kelimeler dökülmeyince ağzını geri kapadı.
"Gerçekten çok tuhaf birisin." dedi konuşmayı başarınca.
"Ama iyi anlamda." diye ekleyen bu sefer Minho oldu.
"Aslında öyle demeyecektim. Sadece tuhafsın."
Minho iki koltuğun arasında duran kol değneklerini kaldırıp kollarını Han'ın ince beline sardı. Onu çekiştirerek kucağına aldığı sırada neden böyle bir şey yaptığını bile bilmiyordu. Kucağına iyice otutturduğu zaman kollarını daha sıkı ona sardı.
"Napıyorsun be?" Han yerinde kıpırdanmaya çalışsa bile Minho onu sımsıkı tutuyordu. "Bırak beni be adam!" dedi gülerek. Minho bacaklarını artık boş olan koltuğa uzatıp yan dönerken Han'ın kahkahasına eşlik etti. Han kendi belini saran damarlı kollarını tutup kendini kurtarmak için direndi.
"Al sana cam kenarı."
"Tamam, tamam. Artık cam kenarı istemiyorum." dedi direnmeyi bırakmayan Han.
"Artık çok geç." diye hırladı Minho. Kolları, Han'ın kıpırdanmasıyla artık belini değil, bacaklarını sarıyordu. Han elini Minho'nun göğüsüne vurduğu sırada Minho'nun elleri kısa bir süreliğine Han'ın bacaklarını okşadı. Bu his Minho'nun içini ürpertse bile hoşuna gitmişti ancak Han çoktan onun kollarından kurtulmuştu bile. Kendi yerine uzatılmış ayakları gören Han umursamadan bu ayakları koltuğundan aşağı attı ve yerine geçti.
"Sık sık kamp yaptığına göre çadır kurmayı iyi biliyor olmalısın." dedi Han. Minho yanıtlamak yerine tamamen Han'a sırtını dönüp dışarıyı seyretti.
"Ne?" dedi Han yükselen bir sesle. "Bilmiyor musun?"
"Sence biliyor gibi mi görünüyorum?" dedi Minho ona dönerken.
"Daha önce kamp yaptıysan biliyor olmalısın."
"Yinede bilmiyorum. Ayrıca çadırda kaç kişi kalacağız, insanların horlaması sinirimi bozuyor."
"Sanırım bir çadırda iki kişi olacak."
Minho ilk önce Han'la baş başa geçireceği bu geceyi düşünerek paniklesede duygularını saklamakta oldukça iyiydi.
"Peki." dedi yalnızca. İkisi de gerici bir sessizliğin eşliğinde öylece önlerine bakıyordu. Minho, Han'ın bu gerici sessizliği az olsun yumuşatmak için ağzını açtığı anda ondan önce davranarak söze girdi. "Bence eğlenceli olacak."
"Seni buraya zorla getirdim be, ne diyorsun sen." Han'ın suratındaki neşeli ifadeye zevkle baktı. Farkında olmadan çok uzun süre bakmış olmalıydı ki Han'ın yanakları kızardı ve gözlerini kaçırdı. Han önüne bakıyor olmasına rağmen gözlerini ondan ayıramadı. Sanki donup kalmıştı oracıkta. Eli bir an ona uzanır gibi eline gitse de hızlı bir hareketle elini geri çekti. Han hala pembe renginde olan yanaklarına hafifçe dokunup kontrol etti ve ardından Minho'ya döndü.
"Niye ö-öyle bakıyorsun?" dedi arkadaş canlısı bir ses tonuyla.
"Nasıl bakıyormuşum?" gözleri ondan başka bir şey göremiyor, ona bakmamak için kendisini zorlasa bile başaramıyordu.
"Bilmiyorum işte...öyle bakıyorsun."
"Sana bakmamda ne var anlayamadım." dedi başını yana yatırarak.
"Ben sürekli sana baksaydım anlardın." diye karşılık verdi Han.
"Bak o zaman." dedi ciddiyetini koruyarak. Han öylece ona bakıp anlamaya çalıştı ve en sonunda pes edip hiçbir şey demeden önüne döndü. Minho kısa bir süre daha Han'a baktıktan sonra önüne döndü.

"Tuhafsın." diye homurdandı Han.
Minho ona döndü. "Gerçekten tuhaf olduğumu mu düşünüyorsun?"
"Tuhaf olmanı seviyorum."
Minho bir saniyeliğine duraksadı. "Normali severim." dedi. Han anlamaya çalışır gibi kaşlarını çattı. "Sen sarhoş musun?" gözleri büyüdü ve Minho'ya yaklaşıp fısıldadı. "Yoksa kafan mı iyi?" Minho, tenini okşayan sıcak nefesin sahibinden olabildiğince uzaklaştı. "Hayır," dedi. "hiçbir şey içmedim."
Han, "İyi." dedi şüpheci bakışlarını geri çekerek.
Otobüsün sallanmasıyla ormanın patika yoluna girdiklerini fark ederek heycanlandılar. "Düşündüğümden daha tenha bir ormanmış." dedi heyecanla yerinde zıplayan Han. Hocalardan biri koridorda Han'ı duymuş olmalı ki ona cevap verdi. "Henüz varmadık, fazla heyecanlanma."
Han öğretmenin suratını göremeyeceği bir açıda durduğu için hiç şüphe etmeden gözlerini devirdi. Minho ise bu tatlı sohbeti tatlı bir gülüşle seyrediyordu.
Otobüs tenha olmayan bir kamp alanında durduğu an herkes biran önce inebilmek için ayaklandı. Ancak otobüsün aniden harekete geçip istop etmesi sonucu birçok öğrenciyle birlikte Han ve Minho da sendeledi. Minho şanslı olarak kendi koltuğuna geri düşmüş olsa bile Han Minho'nun üzerine düştü. Han ellerinden koltuğun köşelerine dayayarak aralarındaki mesafeyi olabildiğince azaltmış olsa bile çok yakınlardı. Minho, Han'ın suratını örten saçları ardında gözlerini arıyordu adeta. Han'ın göğüsü hızla inip kalkıyor, bu ani hareketle nefesi kesiliyordu. Minho için o an zaman durmuştu sanki. Sanki tüm ömrünü yaşıyordu onun gözlerinde. Gözleri istemsizce dudaklarına kayıyor, kalbini alev alıyordu.
Han koltuğa dayadığı kollarından birini ayırıp saçlarını geriye attıktan sonra üzerinden kalktı ve çantasını sırtına taktı.  Minho'nun aklı hala o andaydı. Kendisine daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştı belki de. Minicik bir hareketiyle tek arkadaşını, en iyi arkadaşını dudaklarından öpebilirdi.

The Lonely Cat | MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin