İmkanlar ve İmkansızlar

11 3 1
                                    

Han'la ilgilenen doktorla görüşmüştüm. Ondan tavsiyeler almış, birkaç ilaç yazdırmıştım. Bu ilaçları ona içirmek için ise o geceyi onun evinde geçirmiştim.

Sabah erkenden içmesi gereken ilaçlar vardı, bende her zamankinden erken uyanıp ona yemek hazırlamayı, ilacı da içine katmayı planlamıştım.

Ancak uyandığımda o yatağında değildi, çoktan uyanmıştı. Yer yatağından kalktım ve yatak odasıyla salonu birbirine bağlayan kapının pervazına yaslanıp onu seyretmeye başladım.

Cam kenarında oturmuş günlüğümü okuyordu. Onun için hazırladığım günlüğü. Pür dikkat odaklanmış olmalıydı ki onu seyrettiğimi fark etmemişti bile.

Beni fark etmesi 1 ya da 2 dakika kadar sürdü. İlk fark ettiğinde hafifçe irkildi. "Gelsene, orda dikilme." dedi.

Başımı usulca iki yana salladım. "Burada iyiyim." dedim. Onu sonsuza dek burada dikilip seyredebilirdim.

"Orada durup bana mı bakacaksın?" diye sordu utangaç bir tavırla.
"Evet. Bunda bir sakınca var mı?" diye mırıldandım.
"Bu biraz ürkütücü." dedi.
Hafifçe gülümsedim ve çoktan kapamış olduğu günlüğe baktım.

"Ne okuyorsun?" diye sorarken amerikan tarzındaki mutfağa yöneldim. Çoktan bir tencerede yosun çorbası yapmıştı. Ya da sadece ısıtmıştı. O yosun çorbası yapmayı beceremezdi. Muhtemelen annesi göndermişti.

"Hiç." dedi ve elindeki günlüğüme sanki milyonlar değerinde bir kitapmış gibi sıkıca sarıldı. Haklıydı. Anılarımız o kitaptaydı.

"Öyle olsun." diye mırıldandım. "Çorbayı annen mi gönderdi?" diye sorarken aklımda bir soru işareti takılı kalmıştı.

Eğer yemekleri annesi gönderiyorsa annesi benden önce davranıp bu yemeklerin içine ilaç katmış olabilirdi. Değil mi?

"Hayır, ben yaptım." dedi. Yalan söyler gibi mahçup bir sırıtış tüm yüzünü kaplamıştı.
"Yalan söylüyorsun. Bunu sen yapmış olamazsın." dedim sırıtarak.
"Beni yeterince iyi tanımıyorsun, ben gayet iyi yemek yaparım bir kere." dedi.
"Eeh, buna inansam mı ki?"
"Peki tamam, bunu annem yaptı ama bende yapmış olabilirdim." dedi ve günlüğü koltukta bırakıp ayağa kalktı.

Hafifçe kıkırdadım, o da hafifçe sırıttı. Sonra sessizlik çöktü. Geçen gün olanlrı düşündüm, sarhoş olduğu için bunları yapmıştı, biliyordum ama bir yandanda isteyerek yapmış olmasını umuyordum.

Yanıma geldi ve sandalyelerden birine oturdu, öylece bana bakmaya başladığında nedensizce gergin hissettim. Onun gözünde yabancıydım ve bu onu da bana yabancı yapardı. Tanımadığı bir insana nasıl davranırdı bilmezdim.

Telefonumu aldım ve o bana dik dik bakarken bunu görmezden gelemye çalıştım. Annesinin telefon numarasını bende vardı, Han'ın hastalığını ilk öğrendiğimde öğretmenelerden istemiştim numarasını. Bir mesaj attım ve çorbada ilaç olup olmadığını sordum.

"Bir sırun mu çıktı?" diye sordu.
"He?"
"Çok ciddi duruyorsun." dedi. "Bir sorun mu çıktı?"
"Hayır." dedim. "Neyseki her şey yolunda."

Han'ın annesinden bir mesaj geldiğinde bildirim yüksek sesle öttü.

"Kimle yazışıyorsun?" diye sorarken dirseğini tezgaha, çenesini de eline yaslamıştı.
"Kimse." diye mırıldanıp bildirime tıkladım.

Bayan Han: Gece boyu yanımda mıydın? Ve hayır, ilaç katmadım.

Bir şey yazmadım ve telefonu tezgaha bırakıp ocaktaki çorba tencerene baktım.

"Yemek yedin mi?" diye sorarken iki kase çıkarmıştım bile.

"Evet, yedim." dediğinde durdum ve ona döndüm.
"Tekrar ye o zaman."
"Hayır, çok tokum." dedi.
"Neden beni beklemedin?" diye sordum.
"Uyuyordun." diye mırıldandığında suçluluk duygusuyla sesi incelmiş ve kısılmıştı.
"Tek başıma yemek yemeyi sevmem, sende ye." diye ısrar ederken bir kepçe aldım ve çorbayı kaseye doldurmaya başladım.
"Ciddiyim, bir şey yemek istemiyorum."
"Lütfen." dedim.
"Gerek yok." dedi.
"Gerek var."
"Neden ısrar ediyorsun, tokum işte." diye çıkıştığında elimdeki kepçeyi tezgaha fırlatır gibi sertçe bıraktım ve derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

Omzumun üzerinden dönüp ona baktım, o başını eymiş tırnaklarıyla oynarken küçklüğümüzü anımsadım. Lisedeyken strese girdiği zaöan tırnaklarıyla oynar dururdu.

"Gergin misin?" diye sordum.
"Neden gergin olayım?" dedi başını kaldırıp.
"Bilmem." dedim. "Öyle hissettim, sadece."
"İyiyim." dedi. İnandırıcı değildi tabii.

Başımı geriye atıp derin bir nefes verdim.

"İyi misin?" diye sordu.
"Neden iyi olayım?" diyerek soruyu ona yönelttim.
"Bilmem." dedi. "İyi olmak in her zaman bir nedene ihtiyaç duymayız. Bilirsin... bazen sadece uyanır ve neşeli hissederiz."
"Artık olmuyor öyle." dedim. "Çorba içecek misin?" diye ekledim.
"Hayır." dedi.

Bir derin nefes daha verdim. Temcerenin kapağını kapatıp doldurduğum kaseyi de orada bırakıp uzaklaştım. Salona geçip cam kenarındaki koltuğa oturdum. Tam karşımda duran günlüğe öylece bakarken Han da peşimden gelip hünlüğü aldı ve ona sarılıp koltuğa oturdu.

"O günlüğün olayı ne?" diye sordum öylece.
Günlüğe baktı, yıpranmış eski deferin sayfaları kopmak üzereymiş gibi duruyordu, ki öyleydi de.

"Minho'nun olması." dedi.
"Onu unutmaya çalışmayacak mısın?" diye sordum.
"Bu imkansız." dedi. İç çekti. Camdan dışarıyı seyretti. Bende onu seyrettim.
"En azından dene." dedim. Sanki unutması gereken kişi ben değilmişim gibi ona unutmasını söyledim.

Bu yalana o kadar kapılmıştım ki sanki Minho ve Lino gerçekten farklı kişiliklerdi benim için. Umursamadım, amacım onunla yeniden birlikte olmaktı. Lino ya da Minho, hiç fark etmez. Gerekirse ömrüm boyunca Lino olarak yaşardım. Ondan başkası benim için bir ihtimal dahi olamazdı.

"Denesem neye yarar ki?" dedi. "Ölene dek unutmam onu."

Elini tutmak için uzandım, elim eline değdiği an geri çekti ellerini. Kalbimde bir boşluk hissi, bir sıkışma acısı...

Sevdiğiniz de sizi severken, bir imkan varken ama bu imkanı yerle bir eden koşullar varken imkansız aşk denen şeyin pek bir anlamı kalmıyordu. İmkansız aşk trajedilerin en kötüsü derler ama bu doğru değil.

İmkan varken olamamak daha kötüydü. Çağresiz hissediyordum. Elimden bir şey gelmiyordu. Sadece yalanlar söylüyor ve eskiye dönmeyi bekliyordum. Bunun olacağı yoktu. Açık ve netti. Peşinden koşmak beni ona yakınlaştırır mıydı? Hayır, hiç sanmıyorum. Sadece ondan uzaklaşmak gibi bir seçeneği yüreğime yediremiyordum.

Bazen gerçekten intihar etseydim ortada karmaşa kalmazdı diyorum. Bazense yaşayarak Han'ın yitirdiği umudu canlandırmak ve ölümün beni bulmadığını, ya da benim ölüme koşmadığımı ona göstermek istiyordum. Her umut bir gün umutsuzluk olur biterdi ancak Hanı'ın umudunu -yaşadığımı düşündüğü bu küçük umut parçasını- umutsuzluktan bir nebze uzak tutabilir ve onu az biraz mutlu edebilirdim. Böyle düşünüyordum işte.

"Yemek yemeyecek misin?" diye sordu.
"Dedim ya, tek başıma yemek yemeyi sevmiyorum." dedim.
"Neden inat ediyorsun?"
Omuz silkmekle yetindim.
"Peki madem, bana da bir kase yosun çorbası koy." dedi ve ayağa kalkıp masaya doğru ilerledi.

Mutfağa geçmeden önce yatak odasına uğrayıp çantamdan ilacını aldım. Az önce kaseye doldurduğum yosun çorbası soğmuştu, bu yüzden onu kendime aldım ve Han'a tencereden sıcak sıcak bir kepçe çorba koydum. Sırtım ona dönükken aceleyle ilaç kapsülünü açıp içindeki tozu çorbaya döktüm ve karıştırdım. İki kaşık alıp masaya geçtim ve üzerinde duman tüten sıcak çorbayı ona verdim. Tümünü içti. Bunu her sabah yapmam gerekiyordu. Her sabahı onunla geçirmem lazımdı. Ona yeniden güven vermem gerekiyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 03 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

The Lonely Cat | MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin