Olanlardan iki gün sonra Gitar ve Ritim dersinde Han'la konuştum. Daha doğrusu o benimle konuştu. Bu o an için garip gelmişti çünkü yalnızca birkaç gün önce suratıma bile bakmıyordu.
Derslerden sonra konuşmak istediğini, bir kafede buluşup birer kahve içmemizi önerdi. Bende kabul ettim.
Ancak hala dost canlısı değildi. Sadece konuşmak ister gibiydi. Öfkeli ve kavgaya açık bir sohbet olacağını seziyordum.Han'la eskiden sürekli gittiğimiz kafeye gittik. Uzun zamandır oraya gitmiyordum. Orada sürekli olarak çalışan birisi bizi tanıyordu artık. Bu yüzden sorun çıkarmasından endişelendim. Ancak orada değildi.
Han'a karşı içimdeki his hala var olsa bile ona öfkeliydim nedense.
"Ne konuşmak istiyorsun?" diye sordum sok bir tavırla.
"Minho'yu tanımıyorsun, öyle demiştin." dedi teyit eder gibi.
Başımı sallayarak onu onayladım.
"Gerçekten tanımıyor musun?"
Bu sefer başımı iki yana salladım.
"Kimi tanıyıp kimi tanımadığımı iyi biliyorum. O herifi tanımıyorum." dedim kendimden emin bir şekilde.
İç çekti ve kahvesinden bir yudum aldı.
"Geçende...yani sen notları getirmeye geldiğinde." diye başladı söze.
Neyden bahsedeceğini anlamam kolay oldu. Bana Minho diye seslendiği andan bahsedecekti. Bu yüzden kafamda hızlıca bir yalan uydurdum.
"Neden dönüp baktın?" dedi.
"Cidden bunu mu soracaktın?" dedim rahat bir tavırla. "Çünkü senin sesini tanıyorum. Sesini duydum ve her kime sesleniyorsan dönüp baktım. Üstelik Minho ve Lino isimleri az çok benziyor. Yanlış duydum falan sandım. Ne diye bu kadar taktın kafana?"
Gözlerini devirdi. Sonra duruşu dikleşti. "Bana sol ayak bileğini göster." dedi birden.
"Niye?"
"Orada bir benin var. Değil mi?"
"Sağ ayak bileğimde. Sol değil. Ama yinede bilmen biraz ürkütücü." dedim.
Han'ın beni en küçük ayrıntıma kadar tanıyor olduğunu unutmuştum.
"Tamam. Yinede göster." dedi.
Tereddüt ettim.
Eğer gösterirsem Minho olduğumu anlardı. Ancak çoktan söylemiştim zaten.
"Neden soruyorsun anlamadım."
"Pazar günü olan şeyi yapan sen miydin diye anlamam lazım."
"Eğer o olmadığımı anlarsan bana soğuk davranmayı bırakacak mısın?" diye sordum.
"Niye bu kadar oyalanıyorsun. Göster işte."
Pantolonumun paçasını katladım ve sol bileğimde herhangi bir iz ya da ben olmadığını gösterdim. "Oldu mu?"
"Yani o değilsin, öyle mi?" dedi şüpheyle.
"Tanrı aşkına, hayır! Her ne olduysa o ben değildim." dedim hararetle.
Bir süre sessiz kaldı.
"Sen Minho'ya benziyorsun, o kim olduğunu bilmediğim herifte sana benziyor. Niye herkes birbirine benziyor be?!"
"Bilmiyorum! Oysa benim suratım nadir bir güzelliktir." dedim ciddiyetle.
Kısa bir süre olsa bile güldü.
"İkizin falan olabilir mi senin? Ya da üçüzün?" dedi bu sefer.
"Tek çocuğum ben."
Biraz daha düşündü.
"Kuzenin falan.."
Derin bir nefes alıp hızla lafını kestim.
"Bak, ne Minho diye birisini tanıyorum ne de bana benzeyen başka birisini. Tamam mı?"
"O zaman, o gün gördüğüm kimdi? Beni tanıyor gibiydi."
"Belki başka bir evrendendir." dedim.
Güldü.
Ama ben ciddiydim.
"Cidden çoklu evren teorisine inanıyor musun?" dedi dalga geçer gibi.
Bence mantıklıydı. Koskoca evrende bir biz olamazdık ya.
Ama bu konuyu eskiden Han'la çok konuşmuştum ve Han benim buna inandığım biliyordu. Eğer onun karşısında Lino olarak inandığımı söylersem bu onun tanıdığa Minho'yla bir ortak noktam daha olduğu anlamına gelirdi. Bu yüzden başımı iki yana salladım.
"Hayır. İnanmıyorum. Şakasına dedim."
Bana inanmayan gözlerle bakıyordu.
"O aptal teoriye inananlardansın." dedi emin bir şekilde.
"Bence mantıklı tamam mı?" dedim kabullenerek. "Her neyse. Artık bana garip davranmayacaksın değil mi?"
Arkasına yaslandı ve düşünür gibi baktı.
"Kendini neden affettirmeye çalıştın? Henüz yeni tanıştık. Benim arkadaşlığıma muhtaçmışsın gibi davranmak yerine yeni birisiyle tanışabilirdin."
Aklıma bir tane bile yalan gelmedi. Ne diyeceğimi bilemedim.
"Ee..." diye gevelemeye başladım. "Bende bilmiyorum. Sempatik birisisin. Üstelik Hyunjin'in arkadaşısın."
Bir süre dediklerimi düşündü. Sonra kahve bardağını masaya koydu ve bana baktı.
"Şimdilik barıştık diyelim. Ama sana hala güvenmiyorum ona göre."
Zafer kazanmış gibi gülümsedim.
Kahvemden son bir yudum alıp ayağa kalktım ve Han'ın elini tuttum.
"Hadi içmeye gidelim." dedim ve tuttuğum elinden onu çekerek ayağa kaldırdım.
"Hadi."
"Tamam, gidelim." dedi.
Kafeden çıktığımız an elini kendine çekti ve bana sorar gibi baktı. "Ee, nereye?"
"Bildiğim harika bir yer var. Oraya gideceğiz. Uygun mu?" diye sordum.
"Uygun."
Bir süre yürüdük, fazla konuşmadık. Şu çoklu evren hakkında tartıştık. En sonunda Han'ın dayısının işlettiği mekana geldik.
"Burası mı?" dedi şaşkınlıkla.
"Evet." dedim gülümseyerek.
"Burası benim dayımın yer." dedi.
"Ne? Gerçekten mi? Harikaymış." dedim şaşırmış gibi.
"Evet. Harika."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lonely Cat | Minsung
RomanceÖlü Kedi'nin Minho'nun bakış açısından anlatıldığı bu seferde işler göründüğünden çok daha değişiktir. İlk olarak Ölü Kedi'nin okunmasını tavsiye ederim. İlk bunu okursanız diğer kitaptan spoiler almış olursunuz. ⚠️