Dersler bittiğinde Han'ın peşinden gitmek için bir bahane arıyordum kendimce.
O sırada binadan çıktığını gördüm. Şüphe duymadım yanına giderken.
"Selam, ne tarafa gidiyorsun?"
Yüzüme öyle dikkatli bakıyordu ki anladığından şüphe ediyordum sürekli. Çok hızlı ilerliyordum anlaşılan.
"Bugün bir işim var bu yüzden bir yere gitmem lazım." dedi sadece.
Bakışları beni kendinden uzaklaştırmak ister gibiydi.
"Ah, peki." dedim ensemi ovuşturup. "O zaman, sonra görüşürüz."
Sadece başını salladı, sonra gerçektende küçük bir gülümseme sunup uzaklaştı.Otele döndüğümde bir süre öylece yatakta uzanıp günümü düşündüm.
Cidden berbat geçmişti.
Han bir an için bile bana yüz vermemişti. Soğuk davranmıştı. Az çok haklıydı. Ölen sevgilisini sürekli görmek yarasına tuz basmak olurdu yalnızca.Otelden çıktım ve birkaç şişe soju aldım. Sokakta dolaştığım esnada Han'la bu sokaktaki bir parka sürekli gittiğimiz anımsadım. Fazla uzak değildi, bundan emindim. O parka neredeyse her gün gidiyorduk. Oturup sohbet ederdik. Üstelik gittiğimiz liseye yakın olduğundan her okul çıkışı orada takılmamız bizim için kolay olurdu. Ulaşımı yürüyerek bile on dakikayı geçmiyordu.
Parka vardığımda yalnızca bir kişi vardı. Yinede bu park neredeyse her zaman boş olurdu. Eski olduğundandı sanırım.
Bu yüzden birisinin olması bile parkı gözümde kalabalık bir hale getirmişti. Geri dönmeyi düşünürken onun Han olduğunu fark ettim. Saç şeklinden kolayca tanımıştım.
Onu kendi halinde bırakmam gerekiyordu. Ama onu gerçekten özlemiştim. Bir ay, hatta neredeyse iki ay olmuştu düzgünce görüşmemizin üzerinden.
Yanına gittim ve oturduğu salıncağı hafifçe salladım.
Dönüp baktığında elimdeki soju dolu poşeti kaldırdım. "İçelim mi?"
Yanındaki boş salıncağa oturdum. Her zaman bu salıncakta ben oturuyordum zaten.
Bir şişe uzatırken neden tek kelime etmediğini düşünüp durdum. Uzattığım şişeyi aldı ve bir yudum içti.
Hemen arkamızdaki binayı işaret ettim ve aklıma gelen ilk yalanı uydurdum.
"Şurada yaşıyorum ve seni burada görünce... Üzgün gibi duruyordun ben de..." boğazımı temizledim ve sustum. Beni takmıyor gibiydi. Derin bir nefes aldım.
"Sanırım cidden üzgünsün?" dedim sessizce.
"Lee Minho'yu tanıyor musun?" diye sordu.
"Ha?"
"Boş ver." dedi.
"Ah, üzgünüm.. Tanımıyorum." dedim.
Salıncağıyla geriye doğru gitti ve kendini bırakıp sallanmaya başladı. Ben de hafifçe sallandım.
"Bahsettiğin sevgilin mi?"
"Hı-hı."
"Cidden benziyoruz sanırım?" dedim.
"Evet." dedi kısaca.
"Buralarda mı oturuyorsun?" diye sordum.
"Birkaç sokak ötede yaşıyorum." dedi biraz daha hızlanarak.
"O halde neden bu parka geldin ki? Daha yakın bir park vardır mutlaka."
Vardı da.
"Burayı seviyorum." dedi.
"Kimse olmadığı için mi?"
"Hayır." dedi. O sırada ayaklarını yere sürttü ve yavaşladı. Bende sallanmayı bıraktım ve salıncakta yan oturup yüzümü ona döndüm.
"Yine ağlıyorsun." dedim.
Bir şey demedi ve sanki yanaklarından gözyaşları süzülmüyormuş gibi onları görmezden geldi.
Kendimi hiç olmadığım kadar berbat hissederken çoktan salıncaktan kalkıp karşısına geçmiştim. O hala salıncakta oturuyordu, bu yüzden çömeldim ve ona yaklaşıp onun görmezden geldiği gözyaşlarını sildim. İçimden ağlamak geldi bir an için olsa bile.
"Eminim şuan çok mutludur." dedim.
Bu bir yalan sayılmazdı.
Hayır.
Kesinlikle bir yalandı.
Onu böyle görmek ve bunun nedeninin ben olduğumu bilmek berbat bir şeydi.
"Ama seni bu halde görürse mutluluğunun içine edersin. Beni anladın mı? Bu yüzden ağlama. Herif kendini suçlu hisseder." diye devam ettim sözüme.
Hafifçe güldü ve başını salladı.
"Tamam." dedi.
Islanmış yanaklarını iyice sildim. Ona sıkıca sarılmak istedim. Bu fazla hızlı ilerlemek olurdu. Bu yüzden ona sarılmadım. Çömeldiğim yerden kalktım.
Öylesine boşlukta hissettim ki sanki yapmam gereken şey buymuş gibi bir anda eğilip onun dudaklarından öptüm.
Bana şaşkın şaşkın bakınca ağzıma gelen ilk bahaneyi ortaya koydum.
"Ona benzediğini söyledin. Beni oymuşum gibi düşün. Bunu da veda öpücüğü gibi düşün." dedim. Ezberden okur gibi sıraladım bu kelimeleri.
Bir şey diyecek gibi olsa bile tek kelime etmedi. Öylece oturmaya devam etti.
"Sonra görüşürüz," dedim ona sırtımı dönmemek adına geri geri uzaklaşırken. "Tamam mı?"
Başını öne arkaya salladı.
Elimi salladım ve hızlı adımlarla uzaklaştım."Hızlı ilerlemeyeyim diye sarılmaktan kaçınırken gittim dudağını öptüm." dedim Felix'le bir restoranda buluştuğumuzda.
"Ne?" diye bağırdı. "Minho-ya, sen delirdin mi? Onunla bugün tanıştın ama!"
"Onu dört yıldır tanıyorum be!"
"Lütfen şaka yaptığını söyle." dedi.
"Hayır. Ona Minho'ya benziyorsam beni oymuşum gibi düşünmesini ve bunun da veda etmek için olduğunu söyledim."
Felix alnını masaya çarptı.
"Böyle olmaz amaaa.." diye söylendi.
"Ama ne yapabilirim ki?! Ağlıyordu."
"Tabii ki ağlayacak, yabancı birisi onu öpünce bu değişmez ki!"
"Ama...ben yabancı değil ki." dedim mırıldanır gibi.
"Eğer böyle yapacaksan işimiz zor ha." dedi başını kaldırıp saçlarını geriye tarayarak.
"Biliyorum.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lonely Cat | Minsung
RomanceÖlü Kedi'nin Minho'nun bakış açısından anlatıldığı bu seferde işler göründüğünden çok daha değişiktir. İlk olarak Ölü Kedi'nin okunmasını tavsiye ederim. İlk bunu okursanız diğer kitaptan spoiler almış olursunuz. ⚠️