Noel günüydü ve herkes çok neşeli bir ruh hali içindeydi. Anne ve babasının kardeşleri gelmiş, annesi yemek pişirmiş, büyükanne ve büyükbabası da içkiyi fazla kaçırmıştı. Sidra kutlamalara katılmaya zahmet edemiyordu.
Regulus olmadan mutlu olmaya değmezdi.
Ona tükürdüğü her kelimeye, gözlerindeki her nefret kırıntısına ve hiç düşünmeden cinayet işleyen bir adama sadık olmasına rağmen onu özlüyordu. Çünkü o korkunç şeyler göze batmıyordu.
Her dokunuş, her öpücük, fısıldanan her kelime hafızasında yeniden canlanıyordu. Kusursuz teninin yumuşak dokunuşu, yüz hatlarının kesecek kadar keskin oluşu ve parmaklarını çene çizgisinde gezdirişi, saçlarının her zaman mükemmel bir şekilde yüzünden uzakta taranışı ve o gözler... O derin, karanlık gözler.
Gözyaşlarıyla ortamı bozmak istemediği için masadan kalktı. Odasının kapısı kapandığında, gözyaşlarının düşmesine izin verdi. Ne zaman bittiğini düşünse, yeni bir dalga onu ele geçiriyor ve daha fazlası yüzünden aşağı dökülüyordu. Merlin, onu çok özlemişti.
Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama güneş batıyordu ve aşağıda herkes sessizleşmişti. Kapısı hafifçe çalındı ve İrina başını içeri uzattı. "Sidra, bebeğim." Büyükannesi mırıldandı ve kapıyı arkasından kapattı. Döndüğünde elinde bir tabak kek vardı. "Sorun nedir söyle bana." Sidra'nın yanına sokuldu ve cebinden iki çatal çıkardı.
"Ben... Ben ve erkek arkadaşım..." Ağlamadan kelimeleri doğru düzgün çıkaramıyordu.
Irina yatıştırıcı bir şekilde sırtını sıvazladı. "Ah, aşkım. İlk kalp kırıklığı her zaman en zorudur. O senin güzel gözyaşlarına değmez." Gözyaşlarından birini işaret parmağıyla sildi.
"Ama o değer. O buna değer. O her şeye değer. Bunu çok geç fark ettim." Sesi son kısımda kesildi. Ona düşüncelerini asla söylememeliydi, duygularını içine atmalı ve her şeyi özel olarak ele almalıydı. Eğer bu onu elinde tutmak anlamına geliyorsa.
"Bunu konuşmak yardımcı olur. Bana neler olduğunu anlat."
Sidra büyükannesine baktı - nazik yeşil gözleri ve yumuşak gümüş saçları onu olduğundan çok daha anaç gösteriyordu. Yine de gelip Sidra'ya sarılmış, onun kendini daha iyi hissetmesini sağlamaya çalışmıştı. Belki Sidra ona güvenebilirdi...
Ve eğer konuşmak göğsündeki acıdan kurtulmanın anahtarıysa, o zaman bunu yapardı.
"O da bir Ölüm Yiyen." Başladı. "Ve onu gördüğüm andan beri ondan hoşlanıyorum. Onun da benden hoşlandığını sanıyordum..." Bir kez daha gözyaşlarını tuttu ve devam etti. "Ve o da... Beni sevdiğini söyledi, ama belli ki yeterince değil. Ona söyledim. Onu son gördüğümde kavga ettik. Ona bir Ölüm Yiyen olmak istediğimden emin olmadığımı, kan durumları ne olursa olsun diğer insanları öldürmek, işkence etmek ve istismar etmek istemediğimi söyledim. Bunu hep biliyordum ama artık devam edemezdim, hele de tanıdığım birine işkence etmek zorunda kaldıktan sonra. Her şey çok fazlaydı. Bu kadar kolay öldürebilen biriyle birlikte olamayacağımı ve kardeşini özlediğimi söyledim.
"Uzun hikâye ama hiç değilse bu yüzden çekip gitti. Kardeşinden nefret ediyor ve ben de bunu yüzüne vurdum." Sidra içini çekti, her şeyi anlatmak iyi hissettiriyordu. "Kardeşi bir kan haini ve bir Gryffindor ve anlaşabileceğimizi hiç düşünmemiştim ama anlaştık, hem de çok iyi anlaştık. Diğerlerinden farklı bir arkadaşa sahip olmak çok güzeldi."
Sidra konuşmakla o kadar meşguldü ki Irina'nın yanında ne kadar durgunlaştığını fark etmemişti. Tepki vermek için büyükannesine baktı ve onun yüzündeki derin çatık kaşları görünce geri sıçradı.
"O çocuk senden ayrılmakta kesinlikle haklıydı." Hırladı ve ayağa kalktı. "Aman Tanrım, Sidra! Sen böyle davranmak için yetiştirilmedin!"
"Ne?"
"Karanlık Lord sadece cadıların ve büyücülerin iyiliğini düşünür. Ve duyduğuma göre bu genç adam da bunu anlıyormuş. Yol boyunca birkaç bulanığın ölmesi ya da birkaç kan haininin hayatımızdan çıkması kimin umurunda? Onlar önemli değil, var olmamalılar bile." Kek tabağını yere koydu. "Bu konuda tek bir kelime daha duymak istemiyorum. Ailene sakın söyleme. Seni bizzat öldürmemi istemediğin sürece bir Ölüm Yiyen olarak kalacaksın."
Sidra daha sert hıçkırmaya başladı.
"Ağlama. Bu zayıflık." Kadın tersledi. "Büyükbabanın ölümünün gerçek sebebini bilmek ister misin? O zayıf biriydi. Onunla ilk tanıştığımda mugglelarla ilişki kurmanın suç olduğunu düşünüyordu ama sonra yumuşadı ve onların o kadar da kötü olmadığına karar verdi. Vera üzerinde böyle bir etkim olamazdı, yaşamasına izin verseydim kim bilir nasıl biri olurdu?"
"Onu sen mi öldürdün?" Öksürdü ve büyük bir yastığı göğsüne bastırdı - o deli kadınla arasında bir bariyer oluşturmak için her şeyi yapardı.
"Öldürdüm. Ve bunu yine yaparım çünkü ailemizde kan hainlerine yer yok." Gözleri tehlikeli bir şekilde parlıyordu ve Sidra başını salladı çünkü Irinia'nın bir cevap beklediğini hissetmişti.
"Güzel, çocuğum. Şimdi zihnini tüm bu saçma düşüncelerden arındır ve o çocuğu unut!" Büyükannesi kapıyı çarpıp çıkarken Sidra onun Sirius'u kastettiğini fark etti.
Sanki Quidditch gibi beyhude bir şeyi tartışıyormuş gibi cinayeti öylesine itiraf etmişti - hayır, söz konusu Quidditch olduğunda çok daha tutkuluydu.
Sidra, Irina'nın geri dönmesinden korktuğu için ağlamaya cesaret edemedi ama zihni bütün gece düşüncelerle dolup taştı. Vera asla annesine karşı gelmezdi ve Leo da şartlar ne olursa olsun Vera'nın arkasında dururdu. Gerçi Black'lerin evindeki o yemekten beri anne ve babasına pek saygı duymuyordu.
Bu düşünce kalbini bir kez daha sızlattı ama onu düşünmeyi bir kenara itti ve yeniden odaklandı.
Ne yaparsa yapsın hayatı tehlikede olacaktı. Kaçmayı deneyebilirdi. Zihninde bir plan oluşmaya başladı. Çaresizdi ve başarı şansı düşüktü ama olduğu yerde kalmak bir seçenek değildi.
Böylece, bir an bile tereddüt etmeden eşyalarını toplamaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Filthy Purebloods | ʳᵉᵍᵘˡᵘˢ ᵇˡᵃᶜᵏ
FanficSidra Finch, Regulus Black'in onu fark etmesinden başka bir şey istemiyordu ama sonunda fark ettiğinde hayal ettiği her şey olacak mıydı yoksa o da başka bir pis safkan mı olacaktı? Kitabın hakları @sistergypsy adlı kullanıcıya aittir.