Minho'nun arkadaşları bardan ayrılırken geriye sekizli kalmıştı, Changbin ve Chan her ihtimale karşı birbirlerinden en uzak köşeye oturtulurken Felix sarhoş olmuştu, Jeongin de bir süre Minho ile uğraşmış en sonunda boş verip boynuna sarılarak omuzuna yatmıştı.
"Ay, bu ne aşk!" dedi Felix bağırarak. "Aşk görmek istemiyorum, yumruk çakın birbirinize!"
Aslında masada gözle görülebilir bir aşk sergisi yoktu, Chan Changbin'e karşı ölümcül bakışlar atarken Changbin sırıtıyordu. Jisung kendi halindeydi, arada dudaklarını sızlatan öpüşmeyi düşünüp kendi içinde krizler geçiriyordu.
Seungmin de öyleydi, Changbin'in yanında oturmuş kolunu omuzuna atmıştı. Hyunjin de bir kenarda sessizce içip duruyordu, masadakiler ikinci sarhoş olarak onu öngörüyordu.
Minho ve Jeongin'e gelince... Gerçi onlarda aşk vardı, ara sıra birbirlerine yumruk çaksalar da genelde öpüşüp duruyorlardı. Felix'in bu sözleri üzerine Minho "Siktir git lan," demiş, Chan ayağa kalkmıştı.
Masadaki tüm gözler ona dönerken Felix heyecanla "Evet!" demişti ki Chan ona bakan herkese tek tek bakış attı, göz devirdi. "Eve gidiyorum ben."
"Of ya," deyip arkasına yaslandı Felix. Oturduğu yerde tepinip koltuğu yumruklamış, Chan eşyalarını almıştı. Esneyerek ayaklandı Jisung. "Ben de geleyim, yoruldum."
Hırkasını giyerken kalabalığın arasından Seungmin'i bulmuştu gözleri, Chan gibi aniden bu kararı aldığı için bakma ihtiyacı hissetmişti. Seungmin rahatça ona göz kırptığında gülümsemiş, Chan'ın koluna tutunarak masadan çıkmıştı.
"İyi geceler!" dedi el sallayıp. Chan hiçbir şey demezken ikisi ayrılmıştı, bir araca binmek yerine hava da fazla serin olmadığı için yürürlerken Jisung koluna sarıldığı arkadaşına baktı.
"Changbin ile aranızda bir şey mi oldu sizin?"
İç çekti Chan, kafa salladı. "Size bir hafta önce gece yarısı geldiğim gün var ya."
"Hım."
"İşte o gün bu beni öptü."
"Şaka?!" dedi Jisung beklemediği için gözlerini büyütüp. Chan kafa salladığında ise şaka olmadığını anlamış "Ee," demişti. "Nasıl seni öpecek hale geldi ki? Ne oldu yani?"
"Ödevi için yardım edecektim, biliyorsun zaten. Geçtik bunun eve ama bana ters amına koyayım tamam mı, biz Changbin ile aynı ortamda bulunduktan beş dakika sonra küfür edip birbirimize saldırdık hep."
Bir şeyler anlıyordu Jisung. Hafifçe gözlerini kıstığında "Ne bileyim işte," dedi Chan omuz silkerek. "Tuhaf oldum. Onun evine gitmem, kıyafetlerini giyecek olmam, aklımı karıştırıyor. Sorun birinin aklımı karıştırıyor olması değil, sorun o kişinin Changbin olması."
"Evet."
"Kaçıyorsun dedi, kaçmıyorum dedim ama kaçıyorum. Ben gidecekken çekti öptü beni, ödeşelim o zaman dedi. Öyle oldu yani."
"Ha sen o gece o yüzden eve bir panik olmuş geldin."
Gülümsedi Jisung, ona baktı. "Ama Changbin'i düşmanın olarak görmeyi bırakmalısın artık, düşmanın olan, hiç tanımadığın kişi Byul, Chan. Changbin, senin her şeyi ile bildiğin kişi. Anılarına eşlik ettiğin, Changbin yalnız olduğunu sandığı anda bile anılarında onunla olduğun kişi. Nefretini mezara, sevgini Changbin'e vermen gerekiyor, biliyorsun değil mi? Bu karışıklığı artık düzeltmen lazım."
"Jisung... Ah..."
Chan bir duvar kenarına çöktüğünde Jisung onun kolundan çıkıp karşısına geçti, ayağı ile Chan'ın ayağına vurdu. "Bak, ben ikinizi liseden beri tanıyorum. Seni de, Changbin'i de hatta Byul'u da. Tamam, bunca sene nefretinin hedefi Changbin olduğu için şu an ona karşı bir şeyler hissediyor olmak düşüncesi seni panik ediyor, anlıyorum ama... Sence bu Changbin için de öyle değil mi?"