Birkaç saat sonra
Lena teklifi kabul ettikten sonra Zen'de askeri bir şifahaneye gelmişlerdi. Oliver tedaviye alınmıştı. Diğer tüm örgüt mensupları Zen’in ileri gelen komutanlarından biri olan Albay James Krager ile şifahanenin bir bölümünde oturmuş olanları konuşuyorlardı.
Lena :
-Demek böyle.James :
-Aynen öyle General. Olaylar böyle gelişti. Biz Zenliler olarak size yardım için hazırız.Danny yüzünü Lena'ya döndü :
-Ne düşünüyorsunuz General? Ne yapacağız?Lena herkese tek tek göz gezdirerek :
-Duyduğumuz her şeyi üsse ileterek üssü Zen'e taşımayı düşünüyorum. Albay, bunu yapabilir miyiz?James :
-Dediğim gibi sayın General; Zen, bu düzene karşı savaşmaya ve savaşanlara destek vermeye her an hazır. Bizden yardım isterseniz seve seve edeceğiz.Lena, Hide kardeşler ve Danny'nin yüzünde mutlu ve umutlu bir ifade oluşmuştu artık. Sonunda gerçek anlamda bir destek almışlardı. Belki de yolun sonuna ışık tutan bir ittifak bulmuşlardı. James derin bir nefes çekerek :
-Her şey iyi fakat sizi tutsak alan herifler olanları Restebir ordusuna iletmiştir bile. Bu yüzden tedbirli olmalıyız. Her an Restebir Zen'e doğru harekete geçebilir.Robert :
-Elimizden kaçan adam zaten Restebir'in yüksek rütbeli bir askeri. Birçok kez örgütler, onun yüzünden ağır darbeler aldı.Ajanlar Zen’de rahat bir nefes almışken o saatlerde örgütün durumu hiç iç açıcı değildi. örgütün üssünde tam bir kaos ortamı vardı. James ve askerlerinin saldırısından kaçan gizemli Restebir komutanı, ajanların tahmin ettiği karşı saldırıyı çoktan planlamış ve harekete geçmişlerdi. Lakin ajanlar Restebir ordusunun Zen'e saldıracağını düşünmüşlerdi. Son Özgürlük Savaşçıları'nın üssü Zen'in kuzeyinde, bilinmez bir yerde kuruluydu. Restebirliler nasıl olur da bu üssü bu kadar hızlı bir şekilde bulabilmişti? Restebir orduları neredeyse tüm ordusunu alarak gelmişti muharebeye. Savaş için belirlenmiş bir saat ve mekan varmışçasına hızlı ve etkili. Restebirliler hedeflerine ulaşır ulaşmaz sıcak çatışmaya geçmişti. Muharebe yaklaşık yirmi dakikadır sürüyordu. Örgüte karşı büyük bir avantajla saldırıyorlardı. Üstüne üstlük, bir önceki muharebeden ders çıkarmışa benziyordu devlet orduları. Olabildiğince tedbirli saldırıyorlar, her türlü tuzağa karşı aman vermeyecek bir halde muharebesi sürdürüyorlardı. Örgüt, önde yakın dövüşçü askerlerini konumlandırmış, arka tarafa okçu ve arbaletçilerini yerleştirmişti. En önde daha önceki savaşlarda ön plana çıkan Samira, Ertuğrul, Alfonzo, Tarristian, Mekselina, Bravery kardeşler gibi askerler bulunuyordu. Kampın birçok bölgesinden saldıran orduya karşılık yapabildikleri tek şey dairesel olarak oluşturdukları savunma düzeniyle düşmanı geri püskürmeye zorlamaktı. Lakin hedefleri oldukça zordu. Restebir orduları öylesine alçakça bir taaruza geçmişti ki örgüt, en basit savunma düzeni olan çembersel savunma düzenini oluşturana kadar çok sayıda zaiyat vermişlerdi. Düşman aman vermeden ilerlerken örgüt yetkilileri acil bir toplantı için bir araya gelmişti. Yetkili çadırındaki Fatih sinirden yıkıp geçmişti tüm çadırı. Ortalıkta fırlatılmamış tek bir eşya bırakmamış, kendisinde vurulmadık yer bırakmamıştı. En sonunda Pers düşüp bir kenara oturmuştu. Hiç olmadığı kadar çaresiz görünüyordu Fatih Dirigeront. Onu en yakından tanıyor olan albaylar Fatih'i hiç böyle görmemişlerdi. Fatih’in etrafında dizilip kollarını önde bağlayan komutanlar başları yere bakarken bekliyordu Fatih’in ağzından birşeyler çıkmasını. Komutanların başındaki Fatih sanki az önce tüm çadırı elden geçirmemiş gibi enerjiyle doldu bir an. Eline aldığı tahta parçasını fırlatarak :
-Nasıl buldular ha? Nasıl buldular? Anasını siktiğimin kutuplarında bizi nasıl buldular?
Fatih bağıra bağıra söylenirken Adolf kendi içinde “ben demiştim” diyesi geliyor ama kendini tutuyordu. Belki de durum bundan çok daha ötede olurdu onun sözü dinlenmiş olsaydı. Fatih yandı yandı ama bilmedi sönmek. Nihayet kendine geldiğinde hiçbir şey yapamayacaklarını anlamıştı. Ayağa kalktı yavaşça, Fatih’in hareketlendiğini gören tüm komutanlar hazırola geçti. Fatih suratında asıl bir ifade geziyorken :
-Pekala millet, artık pek vaktimiz kalmadı. Tek şansımız var; var gücümüzle savunmak. Bize bu durumda yalnızca Tanrı yardım edebilir. Askerlerin moral ve hırs kazanmaları için yanlarında durun. Siz de onlarla birlikte savaşın. Belki davamızda başarılı olamayacağız ama bu dava uğruna ölene kadar savaşacağımızı onlara göstermeliyiz. Hepiniz onurlu birer fert olmanın dışında zeki askerlersiniz, hepiniz burada hepimizin ölü olarak çıkacağını anlamışsınızdır.Fatih bu sözlerinden sonra arkasını döndü, ellerini arkada bağladı, başını eğdi. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra sesi titreyerek :
-Ama size lideriniz olarak emir vermekten çok, bir arkadaşınız, bir evladınız olarak yalvarıyorum.Fatih, konuşurken ağlıyordu. Dinleyenler boğazında sanki bir çivili tel varmış gibi hissediyorlardı. Fatih :
-Onların yanında olun, onların hepsini ben bu duruma soktum. Örgüte dahil ettim, her defasında daha iyi olacağı hakkında, başaracağımız hakkında yalanlar söyledim. Şimdi ise onları bu savaşa girmelerine sebep olanda benim.Fatih tüm albayların, binbaşıların, yüzbaşıların, tüm komutanların yüzüne son kez baktı acı gözlerle :
-Hepinize yaptığınız hizmetlerden ötürü teşekkür ediyorum. Her birinizi ömrünüzü verdiğiniz bu davadan ötürü tebrik ediyorum. Dışarıda savaşan ailelerine ve mutluluğa hasret olan gençlere son kez aile gibi hissettirelim. Artık hepimiz için dinlenme vakti. Hepimiz için adalet yolunda can verme vakti.İçerdeki tüm komutanlar yaşlarına aldırış etmeden bir çocuk edasıyla gözyaşlarına boğuldular. Her biri Fatih'e :
-Biz de sizden minnettarız efendim. Yaptığınız her şey için, duruşunuz için teşekkürler.Hepsi sıra sıra dizilerek selam verdi Fatih’e. Fatih, artık çıkıp savaşma vaktinin geldiğini söyledi. Tüm komutanlar ekipmanlarını kuşandı ve teker teker çıktı çadırdan. Çıktıklarında etraftaki birçok asker yüzünü onlara döndü. Fatih en öne çıktı. etrafına baktı, toparladı kendini, göğsünü şişirdi, yumruklarını sıktı, yukarı kaldırdı. İnançla bağırdı Fatih her zaman ki gibi. Bağırışı öyle olsa bile içi kan ağlıyordu. :
-Savaşın askerlerim! Kanınızın son damlasına kadar savaşın! Bozgun, sadece pes edenlerindir! Durmayın, savaşın!Askerler düşmana direnmeye çalışırken arkalarından gelen bu sözlerden sonra eğik olan kafalarını kaldırdılar, tüm komutanlar birer birer askerlerin arasına katılmaya başladı. Ailbe, Adolf, Hartman, Ethel gibi üst rütbeliler saf almış askerlerin içlerine girmeye başladı. Komutanların içinde saflara isteksizce ve mutsuz bir şekilde giren bir kişi vardı. Binbaşı Salahaddin, bir yandan saflara akın ederken bir yandan gözlerini bu adamdan ayırmıyordu. Gözünü diktiği bu adam dışındaki tüm komutanlar saflara büyük bir coşkuyla girerken onun böylesine hevesi kaçık şekilde girmesi Salahaddin’in çok dikkatini çekmişti. Komutanlar saflara girdiğinde, saflardaki askerler coşkulanmaya başladı. Tüm komutan ve albaylar ayrı yerlere gidiyordu. Muharebe, her yerdeydi. Her komutan bulunduğu bölgeyi komuta altına alacak ve oradan sorumlu olacaktı. Er, Onbaşı, Çavuş, Subay, Teğmen, Yüzbaşı, Binbaşı, Albay fark etmeksizin artık herkes mücadelenin içindeydi. Komutanlar safların arasına girmiş, askerler ile birlikte çarpışıyorlardı. Tüm ordu böylesine bir hareketten sonra değerli hissetmişti kendilerini. Aldıkları bu değer onların azmini katılıyordu. Komutanların girdiği saflardaki askerler coşku ile hep bir ağızdan haykırıyorlardı. Fatih yarattığı coşkuya ve azime bakarak son kez gurur duydu. Onu tanıyanlar arasında sembolleşmiş olan dirseklerinden ellerine kadar uzanan gümüş, yassı, keskin kılıca benzeyen silahını kollarına takarak savaşın en zor geçtiği güney bölgesinin en ön saflarına doğru yürüdü. Kılıç sesleri psikoloji bozacak türden bir ritim oluşturuyordu.Her bir adımda Restebirliler’den onlarca ok geliyor, her bir saniye haykırışlar yeri göğü sarsıyordu. Her bir adımında zaman onun için yavaşlıyor, her bir saniye bir can kaybolup gidiyordu. Bu bir ölüm kalım savaşı. Bu savaş ince bir çizgi. Sonucu tüm dünyanın kaderini değiştirebilecek bir muharebe. Fatih, ağır ağır adımlarla yürüyordu. İçinde yıllardır beklettiği öfkesini şimdi canı pahasına kullanacaktı. Bir ömür yaralı olarak kalan kalbi, daha fazla yaralı kalmaması için burada ölmek için yürüyordu. Bu mücadeleyi o başlatmadı ama o bitirebilirdi. Bunun için neyi varsa feda etmeli. Bitiremese de davası için son nefesini vermeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Muhtemel Olmayan Seçimler : Mutlak Kavga - Kuzeyin Nihai Uyanışı
ActionMuhtemel Olmayan Seçimler : Mutlak Kavga serisi; Hayali bir dünyada geçen hikayemizde devlet rejmi tarafından aşırı baskıyla yönetilen halkın yaşadıkları ve devlete karşı direnen örgütleri konu almaktadır. Birinci sezon olan Kuzeyin Nihai Uyanışı, b...